![]() |
Tweet |
TKP İzmir milletvekillerinden Gizem Batı Ayaz, Esen Göktoğan, Emel Rona Çetin ve İzmir 2 bölge milletvekili adayı Gülperi Petgül Köybaşı'nın birlikte katıldığı SOL TV'de İzmir'in belli başlı çevre sorunlarını konuşuldu ve çözüm önerileri sunuldu.
İzmir’deki başlıca çevre sorunlarından; Çeşme Turizm Projesi, Alaçatı Sulak Alanı'nın doğal yapısını ve buranın kıyı kenar çizgisinin usulsüzce nasıl yok edildiği, Aliağa'da Çaltılıdere Tekne Yat İmalat Sanayi Bölgesi ve Çiğli Atıksu Arıtma Tesisleri gibi sorunlar ve bu sorunların çözümlerini açıklayan TKP İzmir milletvekili adayları programda şunları ifade etti.
“İzmir, tarım alanları, havası, denizi, doğası ve kentsel yaşam alanları ile her geçen gün büyüyen bir tehdit altında.
Ormanlar ve meralar yok ediliyor.
Orman alanlarında ve meralarda kurulan mermer ve taş ocaklarının, altın madenlerinin sayısı her geçen gün artıyor. Kurulan tesislerdeki kapasite arttırma taleplerinin arkası kesilmiyor. İçme suyu rezerv alanları, su havzaları, yeraltı ve yer üstü su kaynakları kirletiliyor. Köylülerin tarım, hayvancılık ve yaşam alanları doğrudan etkileniyor.
Kentimizin her bir bölgesinde, korunması gereken alanlar "büyük projeler"le işgal ediliyor.
%55'i doğal koruma alanı, %97'si kamu mülkiyeti olan bir alan "Çeşme Turizm Projesi" ile yerli ve yabancı büyük şirketlere açılmak isteniyor. Kutlu Aktaş Barajı'nın kapasitesi kadar su tüketecek olan golf sahaları yapılması hedefleniyor.
Çeşme Alaçatı'da lüks bir konut projesi için, Alaçatı Sulak Alanı'nın doğal yapısını doğrudan etkileyecek
şekilde kıyı kenar çizgisine usulsüzce müdahale ediliyor. Aliağa'da Çaltılıdere Tekne Yat İmalat Sanayi Bölgesi yapılabilmesi için, Sulak Alan sınırları değiştiriliyor.
Kentimizde, şehrin hava kalitesi her geçen gün düşüyor.
Sanayinin yoğunlaştığı Aliağa, örneklerden sadece biri. Demir çelik tesislerinden çıkan ve ağır metal tozlarından oluşan partikül maddeler ile kalıcı organik kirleticiler atmosfere karışıyor. Bölgedeki fabrikaların, uzun süreler boyunca, bu kirletici maddeleri filtrelemeden çevreye saldıkları herkesin bildiği bir gerçek. Filtrelemenin yapıldığı koşullarda ise kirletici maddeler, cüruf ile karıştırılıyor ve depo sahalarında tutuluyor. Depolama alanlarında yeterli önlemler alınmadığı için toprağı ve yeraltı suları doğrudan kirleniyor.
Esas olarak demir çelik tesislerine enerji sağlamak için kurulmuş olan termik santraller, hava kirliliği için ek bir yük oluşturuyor. İzdemir Termik Santrali örneğinde olduğu gibi, ÇED sürecine uygun çalışmayan santraller var.
Hakim rüzgar yönü ile birlikte, bu maddeler başta Karşıyaka, Çiğli ve Bornova olmak üzere geniş bir alana yayılıyor. İnsan sağlığı tehdit ediliyor.
Biliyoruz ki, Aliğa'daki kanser vakalarının oranı, Türkiye ortalamasının üzerinde seyrediyor.
Partikül maddeler, zaman içerisinde toprağa düşüyor ve toprağı da kirletiyorlar. Kirlenmiş tarım alanlarındaki ürünler, sofralara gönderiliyor. Aliağa'nın %44'ünün tarım alanı niteliği koruduğu dikkate alındığında, sorunun büyüklüğü ortaya çıkıyor.
Kentimiz İzmirde, atık sorunu çözülemiyor.
Kent merkezindeki nüfus yoğunluğu artışı nedeni ile mevcut tesisler yetersiz kalıyor. Kuruluş ömrünü tamamlayan Harmandalı Katı Atık Depolama Alanı hem kapasitesinin üzerinde çalıştırılıyor, hem de heyelan bölgesinde kurulduğu için de büyük bir risk taşıyor.
Çiğli Atıksu Arıtma Tesisleri'nde artıma kapasitesi aşıldığı için, kanalizasyon suyunun bir bölümü arıtılmadan körfeze boşaltılıyor. Bu nedenle, İzmir Körfezi'nde yeniden koku sorunu yaşamaya başladık.
Kentimizin, atık sorunu, sadece evsel atıklar ile sınırlı kalmıyor.
Türkiye'deki tüm tehlikeli atığın yaklaşık olarak %25'i İzmir'de üretiliyor. Bu atıkların nasıl bertaraf edildiklerine ilişkin bir politika yok, denetim ise yok denecek kadar az.
En büyük örneklerinden biri, Gaziemir'deki nükleer çöplük.
Gaziemir'in merkezinde, geçmişte kurşun üretimi yapan bir fabrikada, radyasyonlu atık bulunuyor ve bu atıklara ilişkin hiçbir işlem yapılmıyor. Yurtdışından getirildiği açık olan bu atıkların yaydıkları radyasyon oranı, yasal sınırın yaklaşık 7300 kat üzerinde ölçülüyor.
Benzer şekilde, Aliağa'daki gemi söküm faaliyetlerinde ortaya çıkan asbest, madensel yağ, petrol, ağır metallerin, denize ve toprağa karışmasını engelleyecek önlemler alınmıyor. Bunun en açık kanıtlarından biri de, büyük çapta gemi sökümü yapmaya devam eden tek OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) ülkesinin, Türkiye olması.
İzmir'de, betonlaşma artıyor.
Ranta dayalı büyümenin temel sektörlerinden biri olan inşaat sektörü, beton dökülmemiş her bir karış toprağa gözünü dikiyor. Kent merkezindeki nüfus ve yapı yoğunluğu artmaya devam ediyor. Araç trafiği artıyor. Tarım alanlarında konut siteleri yükseliyor. Kent içi yeşil alanlar azalıyor, kent estetiği bozuluyor. Kamu arazileri satılıyor.
Bütün bunların bir sonucu da, İzmir'in afetler karşısında dirençsiz bırakılması oluyor.
Fakat, büyük acılar çektiğimizi, hepimizde derin yaralar bırakan 30 Ekim 2020 Ege Denizi depreminde de, 6 Şubat 2023 depremlerinde de, sağlam zeminin, dayanıklı binaların, sağlıklı kentsel yerleşimlerin, binalar arasındaki yol genişliklerinin, kesintisiz ulaşımın, afet sonrası toplanma alanlarının ne kadar önemli olduğunu hep beraber gördük.
Herkesin gördüğü, hayata geçirilmiyorsa bir sebebi olmalı.
Biz komünistler, bu sebebin, doğrudan içinde yaşadığımız sistem olduğunu söylüyoruz.
Parçası olduğumuz doğayı kirletiyor, yok ediyorlar. Kirlettikleri havayı solumamızı, kirlettikleri topraktan beslenmemizi istiyorlar. Çürük yerlere çürük binalar yapıyorlar. O alanlarda çalışmamızı ve yaşamamızı istiyorlar. Tüm bunlar olurken, ne insanı ne de doğayı düşünüyorlar. Ne de sorumluluk alıyorlar. Düşündükleri, sadece ve sadece, "kâr" oluyor.
Üretimin serbest piyasanın insafına terk edilmesi, merkezi ve yerel yönetim arasındaki iletişimsizlik ve rekabet, sadece "maliyetli" olduğu için tedbirlerinin alınmaması, uzun vadeli çözümler üzerine düşünülmemesi, insan ve çevre sağlığının önemsenmemesi ve daha nicesi... Hepsi, kapitalist sistemin ta kendisi.
Oysa, halkın çıkarlarına yaslanan, doğayı ve insanı merkeze alan bir sistemde ise bu sorunların aşılması çok basit. Sanayiden enerjiye, konuttan tarıma, doğal kaynakların korunmasından ihtiyaçların karşılanmasına kadar geniş bir alanda hayata geçecek, kamucu niteliğe sahip merkezi bir planlama yeterli olacaktır. Çünkü, insanlığın şimdiye kadar biriktirmiş olduğu deneyim, bilgi ve ve teknoloji, kentlerimizi de doğamızı da koruyabilmek, yaşanabilir kılmak için fazlası ile yeterlidir.
İhtiyaç olan, bu olanakların, halk adına kullanılabilmesidir.
TKP, bu ihtiyacın karşılanabilmesi, bu iradenin güçlenmesi için emek harcamaktadır.
Kentine ve doğaya sahip çıkan tüm yurttaşları da, birlikte mücadele etmeye, 14 Mayıs 2023 seçimlerinde TKP'yi desteklemeye çağırmaktadır.
Yaşanabilir Kentler de, Doğanın Korunabilmesi de Mümkün
TKP Gelir Her Şey Değişir!”