(Bir Teknoloji Fıkrası Tadında Gerçek Hikâye)
Bir zamanlar, cep telefonlarımızın ekranlarında “E” yazardı. O “E” aslında “Edge”ti ama biz “Eh idare eder” diye okurduk. Sonra bir sabah uyandık, o E harfi “3G” olmuştu — ne büyük devrimdi! Artık görüntülü konuşacaktık, ama çoğumuzun kamerası ters çalışıyordu.
Derken 2016 geldi. Gazetelerde, ekranlarda, billboardlarda bir müjde:
“Türkiye 4.5G’ye geçiyor!”
Ama öyle bir geçişti ki, herkesin kafasında başka bir film oynuyordu. Kimine göre 4.5G demek aslında “5G’nin Türk versiyonu”ydu, kimine göre “5G’nin müjdesi”ydi, kimine göreyse zaten “5G”ydi. Hatta bazı politikacılar öyle bir anlattılar ki, zannedersin ki artık cep telefonlarımız uzaya bağlanacak, selfie çekince Mars’tan beğeni gelecek!
“Yerli ve Milli 5G” — ama o da biraz “yarım porsiyon”
O dönemde kürsülere çıkılıp şunlar söylendi:
“Artık biz de 5G’ye geçtik, Avrupa’yı yakaladık!”
Oysa mühendisler sessizce gülümsüyordu:
“Efendim, aslında bu 5 değil... 4’ün biraz üstü. Yani 4 buçuk.”
Ama kimse “buçuk” kısmını duymak istemedi. Çünkü “4.5” kulağa ciddi gelmiyordu. “5G” deyince ise bir anda sanki memleketin sinyal gücü artıyordu, ekonomimiz de hızlanıyordu, hatta yoksulluk oranı bile azalacaktı (!).
İşin ironisi şu ki, “4.5G” diye bir garabet dünyada sadece Türkiye’de vardı.
Ne Avrupa’da, ne Amerika’da, ne de Asya’da böyle bir ara nesil icat eden başka ülke görülmedi. Kendimize özgüydü — tıpkı “Türk tipi başkanlık sistemi” gibi. Ne tam 4G’ydi, ne tam 5G. Ama “bizim sistemimiz”di. Kendine has, biraz karma, biraz iddialı, biraz da kimsenin tam olarak anlamadığı bir mucize!
Halk da inandı çünkü sinyal güçlüydü, internet değil
Halk da umutluydu. Yeni SIM kartlar alındı, 4.5G uyumlu telefonlar sıraya girdi. Ama o ilk gün herkes aynı soruyu sordu:
“Bu 4.5G neden 3G’den daha yavaş çekiyor?”
O anda birileri çıkıp “Efendim çünkü herkes aynı anda bağlandı, sistem çöktü” dedi. Ama aslında o gün çöken şey sistem değil, hayaldi. Bir ülke, 5G’ye geçtiğini sanıp 4.5’ta kalmıştı.
Politikacıların sihirli formülü
Siyasetçiler, 4.5G’ye “5G ruhu” üfleyerek, teknolojiyi bir başarı hikâyesine çevirdiler.
“Biz iktidara geldiğimizde 2G vardı, şimdi 5G var!”
dendi mesela. Yani arada o 0.5 farkı kimse dert etmedi — tıpkı maaş farklarını, döviz farklarını, hayat pahalılığını dert etmediği gibi...
Oysa “G” sadece “generation”, yani nesil demekti
Ama o gün bugündür “G” harfi bizde başka bir anlam kazandı. Artık “G” deyince “Gaza gelmek” akla geliyor. Bir teknoloji çıkıyor, önce gazeteler gaza geliyor, sonra siyasiler, sonra biz. Ama baz istasyonları hâlâ aynı yerinde, çekim gücü hâlâ zayıf.
Sonuç: Biz hâlâ 4.5G’nin yarım kalan cümlesindeyiz
Bugün 2025’te, yine “5G geliyor!” deniyor. Ama kimse emin olamıyor: Gerçekten mi geliyor, yoksa yine bir “5G gölgesinde 4.75G” mi?
Belki de biz, teknolojide değil; hikâye anlatıcılığında 5G’ye geçtik. Sözle hızlandık, reklamlarda hızlandık, ama internette hâlâ “Yükleniyor...” yazısı dönüyor.
Ve şimdi yine aynı sahne: “5G geliyor!” diyorlar.
Ama ben artık tecrübeyle biliyorum — bundan benim anladığım tek şey var: Telefon faturaları ikiye katlanacak.
Öve öve bitiremedikleri 5G, Avrupa’da zaten yıllardır devrede. Orada kimse çıkıp “biz icat ettik” demiyor, sadece kullanıyor. Bizde ise daha gelmeden kahraman ilan edildi. İnşallah dedikleri gibi olur da, her depremde, her doğal afette cep telefonu sistemleri yine kitlenmez. Zira bu ülkede sinyaller çoğu zaman çekiyor ama vicdanlar çoğu zaman çekmiyor.
Son Söz
Bir ülkede bazen gelişmişlik, internet hızında değil; “G” harfini abartmadan kullanabilmekte gizlidir. Biz önce “Gerçeklik G’sine” geçelim, sonra 5G zaten gelir.