1999 yılı Ağustos ayında Marmaris-Portsaid –Girne- Marmaris rotasında bir firmanın düzenlediği biraz yelken eğitimi, biraz gezi niteliğinde bir organizasyona katılan sekiz kişiden birisiydim. 12 metrelik sloop donanımlı bir yelkenli tekne ile 15 Ağustos günü Marmaris’ten demir alarak Akdeniz’e açıldık. Birbirini hiç tanımayan 8 kişi bir araya gelerek mürettebat olduk. Bu, biz denize gönül vermiş olanlar için 7 günlük beraberliğimizde biraz küçük bir macera, biraz yelken eğitimi biraz da turistik bir gezi olacaktı. Bu 8 kişiden birisi de Nasuh MAHRUKİ idi.
Denizciliğe ve denize gönül vermiş olanlar bilir. Böyle seyirlerde insanlar birbirlerine çok çabuk ve kolayca kaynaşırlar, yeni tanışan insanlarda görülen resmiyet ve protokol önemini yitirir. İlk saatlerden sonra 40 yıllık dostluklara taş çıkartırcasına arkadaşlık başlar, muhabbetin en koyusu kurulur. Hatta öyle ki, ekibimizde hepimizden yaşlı ve ekibe biraz da mesafeli duran Cemalettin Bey adındaki zat-ı muhtereme ilk vardiya sonrası “ Cemo” diye hitap eder olmuştuk. İşin garibi Cemo da bu durumu kanıksamıştı. Seyrimiz boyunca Nasuh ile yaptığımız söyleşilerde, büyük büyük dedesinin Osmanlı donanmasında deniz subayı olduğunu, gemide çıkan bir yangında yanarak şehit olduğunu, bu nedenle yanarak ölen anlamına gelen “MAHRUKİ” soyadını aldıklarını anlatmıştı.
Sohbetlerimiz esnasında, yelkenli ile dünya turu yapma hayali olduğunu söyleyen, kendisini deniz tutan Nasuh’a biraz da şaka yollu olarak “ooolum seni deniz tutuyor, sen bu tura yalnız çıkamazsın” diyerek takılmıştım.
Güle oynaya, düşe kalka derken 17 Ağustos 1999 sabah saat 04.00 gibi PORT-SAİD limanına girmiş olduk. Ve derken ekipte İstanbul’da ikamet eden birkaç arkadaşım ve Nasuh Mahruki’nin telefonları birbirinin peşi sıra çalmaya başladı. Acı haberi almıştık. İstanbul’da deprem olmuştu. Ama bu yıkıcı depremin ne boyutta olduğunu ve diğer şehirlerde de yaşandığını hiçbirimiz bilmiyorduk. Rıhtıma aborda olup limanda gerekli prosedürleri tamamladığımızda saat 06.00 olmuştu. Bu arada Nasuh sürekli olarak telefonda konuşmaktaydı. Şimdi biz burada büyük bir parantez açarak biraz AKUT’tan söz edelim. AKUT birkaç üniversiteli genç tarafından bir araya gelinerek kurulan, imkanları oldukça sınırlı küçük bir dernek olarak varlığını göstermiş olsa da resmi kuruluşunu 14 Mart 1996 yılında AKUT Arama Kurtarma Derneği olarak tamamlamıştır. Yani 1999 depreminden önce herkes tarafından pek bilinen bir dernek değildi. Türkiye AKUT’u bu depremden sonra daha iyi tanımış oldu.
Parantezi apatıp konumuza dönelim. Gelen acı haberden hemen birkaç dakika içinde toplanarak tekneden ayrılan Nasuh arama kurtarma çalışmalarına katılabilmek için kurucusu olduğu AKUT’un başına geçmek üzere İstanbul’a doğru yola çıktı. Neden? Ülkesi için, yurttaşları için, enkaz altından bir can daha kurtarabilmek için. Üstelik annesini de kaybetmişti. Annesinin acısını yaşayamadan, acısını kalbine gömüp "ölen öldü, ben bu enkazdan başka anneleri ve çocuklarını kurtarabilirim. Ne kadar can kurtarabilirsem benim acım o kadar hafifler” diyerek arama kurtarma çalışmalarına katıldı.
Bu koca yürekli cengaver çocuk 12 Kasım'da evine yapılan polis baskını ile gözaltına alınmış, sosyal medyada "halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaydığı" gerekçesiyle başlatılan soruşturma kapsamında 20 Kasım'da tutuklanmıştı. 5 Aralık’ta tahliye edilen Nasuh Mahruki hakkında, "yanıltıcı bilgiyi alenen yayma" suçlamasıyla, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis istemiyle iddianame hazırlandı.
Mahruki hakkındaki davanın ilk duruşması 26 Aralık'ta görülecek. Tüm bunlara sebep seçimler konusunda bir endişesini dile getirdiği dijital ortamdaki seçim sonuçlarının belirlenmesinde hile veya yanlışlıkla olabileceğini belirtmesidir. 26 Aralık’ta Nasuh Mahruki'nin yanındayız! Bu zulmün karşısındayız. Adalet için mücadeleye devam edeceğiz.
Şimdi ben burada ahkam kesip bu ükede olmayan adaletten söz edecek değilim. Bu konuyu hukukçulara bırakalım. Ama şu var ki adalet bir gün herkese lazım olacak.