Toplumların gelişmişlik seviyesinin bir ölçütü, çevrelerindeki sorunlara ne kadar duyarlı olduklarıyla ilişkilendirilebilir.
Ancak Türkiye’de, özellikle son yıllarda, toplumsal duyarlılık konusunda ciddi bir gerileme yaşandığı gözlenmektedir.
Çevre kirliliği, kaçak inşaatlar, arazi, koy işgalleri ve doğal yaşam alanlarının hızla daralması gibi sorunlar,
toplumun geniş kesimleri tarafından ya görmezden gelinmekte ya da gündelik hayatın bir parçasıymış gibi kabullenilmektedir.
Oysa ki bu duyarsızlık, toplumun geleceğini tehdit eden büyük bir tehlikeye işaret ediyor.
Çeşme, Türkiye’nin en popüler tatil yörelerinden biri olarak bu duyarsızlığın en çok hissedildiği yerlerden biridir.
Ege’nin gözbebeği olan bu belde, doğal güzellikleriyle binlerce turisti kendine çekerken, aynı zamanda yasadışı yapılaşmaların
ve çevresel tahribatların da hedefi haline gelmiş durumda. Kaçak inşaatçılar ve müteahhitler, turizm amaçlı yapılaşma izni alarak,
bu bölgeleri konut projelerine çeviriyor, denizler kirletiliyor ve koylar işgal ediliyor. Ancak ne yazık ki Çeşme halkı,
bu tehditlere karşı sessiz kalmayı tercih ediyor. Bir avuç aktivist çevreci bunları önlemek için mücadele veriyor.
İşin diğer bir tarafı, bu çevreciler hiçbir şey yapmayan, elini taşın altına sokmayan kişiler tarafından bir de acımasızca
eleştiriye uğruyorlar. "Niye şimdiye kadar müdahale etmediniz? Buralar betonlaşırken siz neredeydiniz?" gibi eleştirilerle,
sanki çevreyi korumak sadece çevrecilerin işiymiş gibi kendilerini soyutlayarak sorumluluğu üzerlerinden atıyorlar.
Bunun sonucu, hiçbir yerden maaş almayan ve bu işleri sadece gönüllülük esasına göre yapan çevrecilerin de motivasyonunu bozuyor,
onların mücadelesini engelliyor.
Örnek vermek gerekirse, dün, 20 Eylül’de Çeşme’de bir güneş enerjisi santrali kuracağım diye halkın ve hazinenin 170.000 metrekare
muazzam manzaralı ve doğal SİT alanı olan tarım arazisine el koymak isteyen bir firmaya karşı bir toplantı düzenlendi.
Bu toplantıya İzmir’den, Urla’dan, Karaburun’dan çevreci gruplar yoğun bir şekilde otobüslerle geldiler.
Gelmesi gerekenler, yani arazilerine el konulacak olan Çeşmeliler ise bu toplantıya katılmadı. Protesto sonucu firma toplantıyı
yapmaktan vazgeçti ve proje en azından birkaç ay ertelendi. Bu duyarsızlık, arazilerine acele kamulaştırma yoluyla el konulacak olan
şahısların bile bu mücadeleye katılmaması, incelenmesi gereken ciddi bir toplumsal sorundur.
Özellikle yaz aylarında bölgeye gelen yazlıkçılar, kısa süreli varlıkları nedeniyle bu sorunlara karşı kayıtsız kalıyor;
çünkü bu çevresel tahribatlar onların gündelik yaşamlarına dokunmuyor. Çeşme gibi bir bölgede yaşayan yerel halkın yanı sıra,
burada kısa süreliğine bulunanların da bu işgaller ve tahribatlar karşısında sessiz kalmaları, daha geniş bir toplumsal
duyarsızlık sorununun bir yansımasıdır.
Oysa ki doğanın korunması, yaşam alanlarının savunulması, sadece yerel yöneticilerin ya da aktivistlerin sorumluluğunda olmamalıdır.
Toplumun her kesiminin bu tür sorunlara duyarlı olup tepki göstermesi gerekmektedir. Sonuç olarak, toplumsal duyarsızlığın aşılması
için bireysel farkındalığın arttırılması ve insanların yaşadıkları ya da vakit geçirdikleri bölgelerdeki sorunlara karşı daha aktif
bir tutum takınmaları gerekmektedir. Çeşme gibi yerler, sadece turizme hizmet eden değil, aynı zamanda korunması gereken doğal
değerlerdir. Toplum olarak bu güzelliklerin sürdürülebilirliği için harekete geçmek ve geleceğe temiz, yaşanabilir alanlar bırakmak
sorumluluğumuzdur.