Türkiye giderek su fakiri bir ülke haline geliyor. Barajların kuruması, yeraltı sularının hızla tükenmesi, tarımsal sulamada yaşanan sıkıntılar ve turizm bölgelerindeki su kesintileri, artık bu sorunun ertelenemez bir noktaya geldiğini gösteriyor. Çeşme, Bodrum, Antalya gibi turistik merkezlerde yaz aylarında yaşanan susuzluk krizi, sadece turizmi değil, günlük yaşamı da felce uğratıyor.
Bu tablo karşısında sıkça dile getirilen önerilerden biri, deniz suyunu arıtarak içme suyuna çevirmek, yani desalinasyon. İlk bakışta cazip görünen bu yöntem, gerçekte hem ekonomik hem de ekolojik açıdan oldukça sorunlu bir tercih.
1. Desalinasyonun Gerçek Yüzü
Dünyada özellikle su fakiri Körfez ülkeleri deniz suyunu tatlı suya çevirmede büyük yatırımlar yapıyor. Ancak bu yöntemin ciddi handikapları var:
- Enerji Yoğunluğu: Desalinasyon tesisleri, deniz suyunun tuzdan arındırılması için çok yüksek miktarda enerji tüketiyor. Bu da hem maliyeti artırıyor hem de karbon salımını yükseltiyor.
- Mineral Eksikliği: Arıtma sonucunda elde edilen su saf sudur; içilebilir hale gelmesi için magnezyum, kalsiyum, lityum gibi minerallerin tekrar eklenmesi gerekir.
- Maliyet: Dubai bütçesinin yaklaşık %17’sini bu işleme ayırıyor. Türkiye gibi enerji maliyetleri yüksek, ekonomik kaynakları sınırlı bir ülkenin bu modeli yaygınlaştırması neredeyse imkânsızdır.
- Türkiye’de Durum: Ülkemizde birkaç desalinasyon tesisi mevcuttur, ancak maliyet ve çevresel riskler nedeniyle sınırlı ölçekte çalışmaktadır.
2. Çevresel Riskler
Desalinasyon sadece pahalı değil, aynı zamanda ekolojik açıdan da risklidir.
- Tuzlu Atık (Brine): Arıtma işlemi sonrası geriye kalan yüksek yoğunluklu tuzlu su denize boşaltılır. Bu atığın tuz oranı, normal deniz suyunun birkaç katına çıkar.
- Ekosistem Tahribatı: Tahliye edilen bölgelerde deniz canlıları yok olur, biyoçeşitlilik azalır, hassas ekosistemler geri dönülmez şekilde bozulur.
- Yerel Balıkçılık ve Turizm Etkisi: Deniz suyunun kalitesi düştüğünde balık popülasyonları azalır, turizm faaliyetleri zarar görür.
Dolayısıyla desalinasyon, kısa vadede çözüm sunsa da uzun vadede denizi kirleten ve kıyı ekosistemlerini yok eden bir uygulamaya dönüşebilir.
3. Daha Akılcı ve Uygulanabilir Çözümler
Türkiye, desalinasyona milyarlarca lira yatırmadan önce, çok daha basit ve etkili yöntemleri hayata geçirebilir:
- Kurak İklim Bitkilerine Yönelmek: Çim gibi suya aç peyzaj bitkileri yerine lavanta, kuzu kulağı, zeytin gibi su istemeyen yerel türler kullanılmalıdır.
- Yağmur Suyu Hasadı (Sünger Şehirler): Çatılardan ve yol yüzeylerinden yağmur sularını depolayacak altyapılar kurulmalıdır. İstanbul, İzmir gibi büyükşehirlerde pilot projeler başlatılabilir.
- Gri Su Kullanımı: Evlerde ve otellerde duş, lavabo ve çamaşır makinelerinden çıkan gri sular basit arıtmalardan geçirilerek yeniden kullanılabilir.
- Altyapı Reformu: Kanalizasyon ve yağmur suyu şebekelerinin ayrılması, suyun kaynağında toplanmasını kolaylaştırır.
- Sanayi Geri Kullanımı: Fabrikalar kullandıkları suyu arıtıp yeniden kullanmaya zorunlu tutulmalıdır.
- İzinsiz Sondajların Mühürlenmesi: Kaçak yer altı suyu çekimi engellenmezse, barajlar boşalsa bile sorun çözülemez.
- Yüzme Havuzu Yönetimi: Havuzların boşaltılması yasaklanmalı, suyun filtre edilerek tekrar kullanılması zorunlu hale getirilmelidir.
- Kamu Alanlarında Yerel Bitkiler: Yol kenarları ve parklar, fazla su istemeyen yöresel bitkilerle düzenlenmelidir.
Bu yöntemler hem daha ucuzdur hem de doğaya zarar vermez.
4. Ulusal Su Politikası Gerekliliği
Sorunun çözümü bireysel önlemlerle sınırlı kalmamalı. Türkiye’nin ulusal bir su politikası oluşturması şarttır. Bu politika:
- Suyu stratejik bir kaynak olarak görmeli,
- Tarım, turizm, sanayi ve şehirleşme politikalarını su gerçeğine göre yeniden kurgulamalı,
- DSİ, belediyeler ve bakanlıkların koordinasyonunu sağlamalıdır.
Dünya Bankası ve BM verileri, Türkiye’nin kişi başına düşen yıllık su miktarı açısından “su fakiri ülkeler” sınıfına hızla yaklaştığını gösteriyor. Bu durum artık sadece çevresel değil, aynı zamanda ulusal güvenlik meselesi haline gelmiştir.
Sonuç
Deniz suyunu tatlı suya çevirmek, çaresiz kalındığında başvurulabilecek bir “son çare” yöntemidir. Ancak pahalı, enerji tüketen ve ekolojik dengeyi bozan bu yöntem yerine Türkiye’nin önünde çok daha basit, ucuz ve etkili çözümler bulunmaktadır.
Yapılması gereken, su fakiri bir ülke olduğumuzu kabul etmek ve buna uygun şekilde ulusal su politikası geliştirmektir. Aksi halde, birkaç yıl içinde su krizleri sadece yaz aylarının değil, her mevsimin gerçeği haline gelecektir.