Türkiye'nin doğası, yıllardır parça parça elden gidiyor. Bu gidişin adı ne yazık ki “kalkınma” ya da “yatırım” oluyor. Ama artık bu kelimelerin arkasına saklanan talan öyle bir noktaya ulaştı ki, doğaya düşmanlığın yasalaştırıldığı bir döneme girmiş bulunuyoruz.
AKP tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”, teknik adıyla bir torba yasa. Fakat içeriği, tam anlamıyla bir doğa karşıtı seferberlik yasası. Kamuoyunda “Süper İzin Yasası” olarak anılmaya başlanan bu teklif, Türkiye’nin doğasını, zeytinliklerini, ormanlarını, meralarını ve köylüsünü doğrudan tehdit eden bir yıkım programı.
ÇED Süreci Tasfiye Ediliyor
Bu yasa yürürlüğe girerse, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreci fiilen işlevsiz hale getirilecek. Yatırımcı, projesi için “ÇED olumlu” kararı almadan önce de inşaata başlayabilecek. Yani “önce yap, sonra sor” modeli devreye girecek. Dahası, birçok proje türü ÇED kapsamından çıkarılıyor. Tüm yetkiler, MAPEG gibi merkezi ve denetim dışı bir kuruma devrediliyor. Bu, yerel yönetimlerin, çevre müdürlüklerinin, halkın ve meslek odalarının devre dışı bırakılması anlamına geliyor.
Zeytinlikler Termik Santrale Feda Edilecek
Bugün Muğla'da üç ayrı termik santral, kömür ihtiyacını karşılamak için 400 bin dönüm zeytinlik alanı hedeflemiş durumda. Bu yasa geçerse, yüzbinlerce zeytin ağacı toprağından sökülecek, yerine termik santral bacaları dikilecek. Bin yıllık zeytin kültürümüz enerji bahanesiyle yok edilecek. Oysa zeytin, yalnızca bir tarım ürünü değil; Akdeniz’in kimliğidir. Köküyle toprağa, kültürüyle insana bağlıdır.
Ormanlar Maden Şirketlerine Açılıyor
En çarpıcı değişikliklerden biri de ormanlar üzerindeki tasarruf. Orman Kanunu’nun etrafından dolanılarak, maden içeren devlet ormanları MAPEG’e ücretsiz devredilecek. Orman izni almak, ÇED görüşü almakla eşdeğer sayılacak. Yani orman idaresi tamamen etkisizleşecek. Türkiye’nin akciğerleri olarak tanımladığımız ormanlar, artık yatırım haritasında sadece “maden potansiyeli” olarak görünecek.
Meralar, Köylünün Elinden Alınıyor
Köylerin müşterek yaşam alanı olan meralar da bu yasa kapsamında şirketlere tahsis edilebilecek. Özellikle “yenilenebilir enerji” kılıfı altında, büyük çaplı santraller meralara kurulabilecek. Bu durum küçükbaş hayvancılıkla geçinen binlerce köylünün geçimini kaybetmesi, kırsal yaşamın tamamen çökmesi demek.
Tapu Gibi Kamulaştırma Kararları
Yasanın en tehlikeli maddelerinden biri ise “acele kamulaştırma” yetkisi. Artık EPDK veya Cumhurbaşkanı, enerji yatırımları için köylünün arazisine el koyabilecek. Verilen kamulaştırma kararı, resmen tapu yerine geçecek. Bu, anayasal mülkiyet hakkının açık ihlalidir. İnsanlar evlerine, tarlalarına, hayvanlarını otlattığı meralara bir sabah devlet kararıyla veda etmek zorunda kalabilir.
Zaten Çölleşen Türkiye’yi Hızlandırmak
Zaten Türkiye çölleşme riskiyle karşı karşıya. Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre, ülkenin %60’ından fazlası erozyon tehdidi altında. Yeraltı suları çekiliyor, göller kuruyor, orman yangınları artıyor. Kuraklık kapımızda. Bu yasa, bu felaketi hızlandırmaktan başka bir şey değil.
Bu Yasaya Sessiz Kalınamaz
Bu yasa bir yatırım kolaylığı değil, bir talan manifestosudur. Ne çevreye ne çiftçiye ne gelecek nesillere bir faydası vardır. Şirketlere sınırsız yetki, halka ise sus payı önerilmektedir. Bu yasa geçerse, sadece doğa değil, demokrasi de zarar görecektir. Zira halkın söz hakkı ortadan kaldırılmaktadır.
Biz bu topraklarda binlerce yıldır zeytin yetiştirdik, ormanda yürüdük, merada hayvan güttük. Tapusunu cebine koyup değil, toprağın bereketine inanarak yaşadık. Şimdi ise bu köklü yaşam tarzı, birkaç şirketin daha fazla kâr etmesi uğruna toprağın altına gömülmek isteniyor.
Bu yasa durdurulmalıdır. Geçmişte olduğu gibi bugün de halkın vicdanı, doğanın yanında durmalıdır. Çünkü doğayı korumak, yalnızca çevreciliğin değil; insan olmanın da gereğidir.