CHP’de delege savaşları başladı. Savaş diyorum, çünkü uzun yıllardır delege seçimleri, demokratik usullerden ziyade, diğerini yok etme ve mevzi kazanma anlayışı ile motive olmuş kişi ve grupların etkinliğine dönüşmüş durumda.
Geçen gün Germiyan’ın sahilinde yaşayan bir arkadaşım aradı. Uzun yıllar Karabağlar’da siyaset yapmış birisiydi. Ama son yıllarda artık 12 ay burada yaşadığı için ikametgâhını da Germiyan’a aldırmış. Dolayısıyla parti üyeliği de otomatik olarak Çeşme’ye geçmiş.
Delege seçimi nasıl yapılacak, ne yapıyorsunuz diye, Germiyan’dan bir partiliyi aramış. “Belediye başkanı meclis üyeleri ile görüşüp, mahalle delege listesi yapacak ve o listeler oylanacak” diye cevap alınca, bizim arkadaş sinirlenmiş. Böyle şey mi olur, bu nasıl bir ilkellik vs diye vermiş veriştirmiş.
O zaman seçime ne gerek var diye bana sordu. Ben de uzun yıllardır Çeşme’de gelenek bu. Ağalık sitemi. Daha önceleri Faik Tütüncüoğlu, tek tek kendi yazardı, son iki dönemde de Ekrem Oran, İlçe Başkanının eline listeleri verir, O da mahalle mahalle gezip, bu listeleri parti üyelerine onaylatırdı. Yani belediye başkanı ile ilçe başkanı ilişkisi, ağa-yanaşma ilişkisiydi.
Faik Bey de delege olmuş. Belediye başkanlığı döneminde kongre divan başkanı da kendi olurdu, kimin ilçe başkanı ve yöneticisi olacağına da kendi karar verirdi.
Bana sordukları zaman, öncelikle, hiçbir partiye üye olmadığımı hatırlatıyorum. CHP üyeliğimi ise, Çeşme Belediye Başkanı, Büyükşehir Belediye Başkanı, Çeşme Projesine destek verdikleri aşamada sorguladım. Benim burada ne işim var diye. Daha sonra da İzmir TicaaretOdasında Kemal Kılıçdaroğlu’na destek açıklaması yaptırdıkları anda, e-devlette girip parti üyeliğime son vermiştim.
Çünkü siyaset, benim için memleket meselesiydi. Üye olduğum parti, saray ile işbirliği yapıp, Çeşme’yi satma projesine destek olunca, siyasete partisiz olarak devam etme kararı aldım.
Nitekim daha sonra da Çeşme’nin yağmasında parti ilçe örgütlerinin ve siyaset sınıfının bir derdi olmadı.
Dün de Çeşme Devlet hastanesinde doktor sırası beklerken, CHP’li bir arkadaş beni görüp, yanıma geldi. Hal hatır sorduk karşılıklı birbirimize. Sonra o da dert yandı. “Hocam bir aileden beş kişi delege olur mu ya” diye sorunca, meseleyi anladım ve işi espriye vurdum. “Altı yedi kişi de olur ama torunların yaşı tutmuyor demek ki…”
Çeşme’de muasır medeniyet partisi böyle. Ağalık anlayışına dayanıyor siyaset. Üyeler de partililerde de, gelen ağam, giden paşam anlayışı egemen. Birey olmak, özgür irade falan hikaye.
Törenlerde, yemeklerde ve konserlerde Onuncu Yıl Marşı ve İzmir Marşı coşkuyla söylendikten sonra görevimiz bitiyor.
Çeşme’nin kıyıları ve koyları işgal altında derseniz, siyasetçiler yok. Port Alaçatı soygun yerine dönmüş, yine ses yok. Balık çiftlikleri standartlara uygun değil, teknelerin sintine denetimi yok, otellerin fosseptikleri ve arıtmalarında şüpheler var ve denizlerimiz hızla kirleniyor, siyaset sınıfını ara ki bulasın.
RES’ler meraları işgal ediyor, tarihi alanları tahrip ediyor, ormanları kazıyor…Yerleşim yerlerinin dibinde gürültü kirliliğine neden oluyor. Siyaset sınıfı, İzmir Marşı söylüyor.
Çeşme’yi korumak için yapılan hiçbir eylemde ve davada yoklar. Çeşme’nin hiçbir derdinde olmayanlar, Çeşme’nin derebeyi olmak istiyorlar. Yeni değil bu olay, adeta burada bir gelenek.
Sosyolog olarak şu notu da düşmekte yarar var. Bir yörede derebeylik, birileri derebeyi olmak istediği için ortaya çıkmaz, bu mekanizmayı destekleyen halk sayesinde çıkar.