Bugun...

SİYASET GÜNLERİ (1,2,3,4,5)

 Tarih: 08-07-2023 01:19:00
ENGİN ÖNEN

SİYASET GÜNLERİ-1

Uzun zamandır düşünüyordum, siyaset anılarımı yazmayı. Hatta bir ara kitap düzeyinde bile düşündüm. Çünkü hem mektepli hem alaylı olarak epey tecrübe yaşadım ve bunlara ilişkin gözlemlerimi yazabilirdim ama sonra elimdeki diğer kitap dosyalarına öncelik verip, bundan vaz geçtim. Ancak yine de farklı dönemleri kapsayan anılarım ve tecrübelerim kaybolup gitmesin istedim.

Onun için burada dostlarla paylaşmak üzere, biraz da samimi/idealist duygularla siyaset yapanların yararlanması için bir özet yapmaya çalışacağım. 

Hepsini bir bütün olarak değil de dönem dönem yazacağım. Çok detaya girmeden ve bazı özel olayları pas geçerek, siyasetin pratiği açısından önemli bulduğum olay ve anlara yer vermeye çalışacağım. 

Yaklaşık on bölümde toplamaya çalışacağım bu anılar ve gözlemlerde hem siyasetin pratiğine ilişkin gerçeklerden örnekler vermeye gayret ederken, meseleyi kişiselleştirmemeye özen göstereceğim ve hatta zaman zaman kendimle de dalga geçmeyi ihmal etmeyeceğim. 

Siyasetle tanışmam, ilişki kurmam ve hatta pratiğine dahil olmam lise yıllarında ve Urla’da başladı. Yetmiş sekiz kuşağı içinde buldum kendimi ve sosyalist ideolojiyi adeta bir inanç düzeyinde benimsedim. Bu dönem siyasi faaliyetlerimiz bildiri dağıtmak, duvarlara yazı yazmak, gizli toplantılar yapmak, 1 Mayıs ve diğer bazı mitinglere katılmak şeklindeydi.

Hem devletle ve güvenlik güçleri ile sorun yaşanıyordu doğal olarak hem de sivil karşı gruplarla silahlı düzeyde çatışmalar olabiliyordu. Her gün TV’de ve gazetelerde ölüm ve çatışma haberleri sıradan hale gelmişti. 

Darbeden bir yıl önce Erzurum Atatürk Üniversitesi Felsefe Bölümünde üniversite hayatına başladım. Bugün halen neden bu tercihi yaptım diye düşünüyorum. Erzurum olağanüstü zor bir şehir. Ayrıca tam o yıl Ecevit hükümeti, bazı üniversitelerden can güvenliği nedeniyle bazı öğretim üyelerini ve öğrencileri başka üniversitelere transfer etmişti. Erzurum’daki bütün sol görüşlü öğretim elemanları ve öğrencilerinin önemli bir kısmı Ege Üniversitesine gelmişti ve ben Erzurum’a bu koşullarda gittim. Annem ve babam çok tedirgindi. Orada öldürülürüm diye sevinenler de vardı tabi o günkü koşullarda. 

Yurtta kalmam imkansızdı. Bakırcılar çarşısında bir otele yerleştim bir oda arkadaşı bularak. Otel sahibi Baki abi CHP’li idi. Yardımcı oluyor ve bazı uyarılarda bulunuyordu. 

Maraş Katliamının yaşandığı günler, Erzurum’da da hissediliyordu. Sokaklarda ambulans hareketliliği çok yoğundu. Sanırım bazı yaralılar buradaki hastaneye sevk ediliyordu. 

Üniversite de çok keyifsizdi doğrusu. İzmir’e dönüp, ben de nakil şartlarını zorladım. Ancak bütün çabalara rağmen olmadı. Hatta Erzurum’da yaşayamaz diye (astım hastası) torpille bir heyet raporu bile almıştım. Ama MHP’li fakülte sekreteri marifetiyle sanırım Fakülte Kuruluna sokulmamıştı. 

TÜMAS (Tüm Asistanlar Derneği) ve Sol Öğrenci Grubu temsilcileri ile epey görüştüm. Yardımlarını istedim. Bazı solcu hocalar ilgi gösterse de, hiç unutmam Ankara’dan nakil ile gelen Dev-Yol temsilcisi arkadaş (Tuğrul’u da analım bu arada), “orada da sınıf mücadelesi sürüyor, orayı da boş bırakmamak lazım” demez mi;  ben de kendisine, “sizin gibi ben de buraya geleyim, o zaman Erzurum’daki sınıf mücadelesinden söz ederim” dedim. Çok bozuldum tabi.

Baktım olmuyor, Erzurum’u bıraktım. Şimdiki gibi değil tabi. Kaydımı sildirip belgelerimi almam gerekiyordu. Beni göndermeyip, babam gidip almıştı.

Bu ortamda 12 Eylül darbesi yaşandı ve sol örgütler hem ciddi darbeler yedi hem de biraz daha yer altına indi.  

Darbe öncesi girdiğim sınavla bu defa Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Sosyoloji Bölümünü kazanmıştım. Kayıt yaptırmadan darbe olmuştu. 

Fakülte binamızın (şimdi İzmir Fen Lisesi) duvarlarında halen Tariş Olayları döneminden kalma kurşun izleri vardı. Fakültede direniş olmuştu, Gültepe ve Tariş İşçilerini desteklemek için. 

İlk yıl hemen fakültenin yanındaki yurtta kalmaya başladım. Buralara aşinaydım. Öğrencisi olmadan da geliyordum. Küçük Kantin merkezdi. Pek çok sol fraksiyonun dergi ve gazetelerinin sergilendiği küçük masalar vardı. Sağda solda afişler ve pankartlar. Bir detay da şuydu, İGD ve TKP’liler kampüs dışında ya da girişindeki bir binanın yanında toplaşırlardı ama kampüse giremezlerdi. Maocular, Sosyal Faşistle gibi bugün bakınca çok anlamsız ayrımlar çatışma düzeyinde etkiliydi. Bizim gruplar TKP ve İGD'yi sosyal faşit olarak tanımlıyordu. Çünkü Sovyetler artık sosyalist değildi ve  bürokratik kapitalizme dönüşmüştü. Onlar da bizim grupları, Maocu olarak tanımlıyorlardı. Oysa biz Lenin ve Stalin sonrası Sovyet rejimi kabul etmiyorduk. Böyle ayrışmalar işte. 

Bol sivil polis vardı ve hatta Komando askerleri de belli yerlerde silahları ile hazır bekliyorlardı. Ancak kampüste hakimiyet sol gruplardaydı. Bir yıl önce de gelip yurtta kalmıştım mesela. Öğrenci değildim oysaki. 

Öğrenci olduğumda Darbe şartları geçerliydi. Her yerde silahlı askerler vardı. Yurt müdürü albaydı. Her an derse polisler girip bir arkadaşımızı alabiliyorlardı. O şartlarda da bazı gizli toplantılar ve etkinlikler yapıyorduk.  

Bir akşama doğru arkadaşlarımız bildiriler getirdiler bir şekilde. Bunları gece kapıların altından atarak odalara dağıtacaktık. Sınıf arkadaşım Cumhur bunu görmüş ve tedirgin olmuştu. O ayrı odada kalıyordu ama benim adıma endişe etmişti. Gece biz henüz derin uykudayken, yatakların tekmelenmesi ve kalkın diye bağırmayla uyandık. Silahlar yüzümüze çevrilmişti. Bizi koridora çıkardılar. Yatakların altını ve dolapları aradılar. Bu durumda ben hapsi göze almak zorundaydım. Odadaki diğer üç arkadaşın bildirilerle ilgisi yoktu çünkü. Kabullenecektim çaresiz. 

Askerler dışarı çıktılar ve gittiler. Müthiş bir şoktu. Bulamamışlardı. Böyle bir şey o dönemde otomatik beş yıl hapisti. Çok arkadaşımız bu yüzde üç, üç buçuk yıl yatmışlardı. 

Heyecanla sınıf arkadaşım geldi. Onunla birlikte baktık. Bildiriler dolabın arkasına düşmüştü. Ve derin bir oh çektik. Benzer bir olayı Germiyan köyü kahvesinde de yaşamıştım. Şans iki defa beni hapisten kurtarmıştı.

Bu faslı uzatmayıp biraz daha ileri döneme ggeçeceğim İkinci bölümde.

 

SİYASET GÜNLERİ-2

Birinci bölümde lise yıllarında siyasetle tanışmam ve üniversiteye kadarki bölümü özetlemiştim. Şimdi bir sonraki bölümü özetlemek istiyorum. Daha çok ilgi çekecek bölümler bir sonrakiyle başlayacak ama ona geçiş için bu arayı boş bırakmayayım diye düşündüm. Ayrıca sonraki siyaset yaşamımda ve tecrübemde bu döneminde belli ölçüde etkisinin olduğunu düşündüğüm için, buna yer vermek istedim. 

Üniversite mezunu olunca üç yıl Buca Lisesinde Felsefe Grubu öğretmenliği yaptım. Bir yandan da yüksek lisans ve doktora çalışmalarımı devam ettiriyordum. 

Ben de dünya da değişiyordu elbet. En azından bu aşamada, silahlı bir siyasi mücadele fikrinden uzaklaşmıştım. Bu amaçla elime hiç silah almadıysam da, devrimin silahla olacağına inanıyordum lise yıllarında edindiğim anlayışla. Berlin Duvarnın Yıkılması, Sovyetlerin Dağılması ve Neo Liberalizmin yükselişi siyasette dengeleri değiştiriyordu. 

Öğretmenlik yıllarımız 12 Eylül sonrası ANAP iktidarı dönemine denk gelmişti. Bürokraside sağ egemendi. Özal her ne kadar liberalizmden söz etse de, öyle kadrolar henüz ortalıkta yoktu. Lise müdür ve müdür yardımcılarımız genellikle MHP eğilimli kişilerden oluşuyordu. Öğretmenlerin büyük çoğunluğu ise sol ve sosyal demokrat nitelikte kişilerdi. 

Derken asistanlık sınavını kazanıp, üniversiteye geçtim. Doktora tez konusu olarak da Siyaset Sosyolojisi alanından bir konu seçmiştim. O vesile ile çok sayıda kitap, makale ve araştırma okudum. Siyaset ile akademik olarak da ilgilenmeyi tercih etmiştim. 

1989 yılında İzmir ve ilçelerinde SHP rüzgarı esti. Yerel yönetimler ağırlıklı olarak ANAP’tan SHP’ye geçmişti. O dönemlerde Dikili’de Osman Özgüven’in etkinlikleri bütün solcuları ve darbe karşıtlarını buluşturuyordu. Ünlü gazeteciler, siyasetçiler hepsi orada konuşmalar yapıyordu. 

Rahmetli Nihat Erdoğan hocamızın Bakırçay Belediye başkanları ile TKP döneminden kalma olsa gerek bağlantıları vardı. Bu sayede onlarla tanışmıştım. Sefa Taşkın, Hakkı Ülkü, rahmetli Nihat Dirim vb. Türkiye’de belki de ilk kez Belediye yönetimleri için kamuoyu araştırmaları yapıyorduk. Bu daha sonraki yıllarda uzmanlık kazanmak istediğim bir alana dönüştü ve emekli oluncaya kadar sürdürdüğüm bir etkinlik oldu. 

Sefa Taşkın’ın belediyeciliği, çok önemli bir yeni dönem başlattı. Seksen öncesi Toplumcu Belediyecilik anlayışına ek olarak çevreci belediyecilik boyutunu kazandırmıştı. Bölgesinde faaliyete başlayacak olan altın madeni girişimine karşı bir çevre mücadelesi başlattı. Köylüler ve giderek metropolden çevrecilerin katılımı ile bu hareket bir dönüm noktası olmuştu. Daha önce Türkiye’de pek kullanılmayan ve başvurulmayan yeni bir siyaset anlayışı ortaya çıkmaya başladı. Siyasetin alanına çevre boyutu da eklendi. Ve günümüze kadar giderek tüm ülkeye yayıldı. 

Sefa Taşkın’ın son yıllarda tekrar gündeme getirdiği, Bergama’dan Berlin’e kaçırılan, Zeus Sunağı’nın geri getirilmesi kampanyası da yine o dönemin çevreci belediyecilik anlayışı içinde gündeme gelmişti. 

Bergama Belediyesi ile ilişkim Sefa Taşkın ile başladı ama son döneme kadar devam etti. Başkanlar ve partiler değişse de Sefa Bey zamanından kalma bazı kadrolar sayesinde bu mümkün oldu. Bir önceki Başkan Mehmet Gönenç ile de çok sayıda proje gerçekleştirdik birlikte. 

Neyse onlara sonra değiniriz. Bu süreç akademik ilgi alanım açısından da bana esin kaynağı olmuştu. Alan Araştırması konusuna ve Çevre sorunlarına ilgi duymaya başladım. Doktoram bitince vereceğim dersler de ortaya çıkıyordu. Siyaset Sosyolojisi, Araştırma Teknikleri, Kent ve Yerel Yönetimler. Ve de Çevre Sosyolojisi. Hafızam beni yanıltmıyorsa, Türkiye üniversiteleri arasında ilk kez ders programına Çevre Sosyolojisi bizde konmuştu. Ya da Hacettepe Üniversitesi ile birlikte.

Bu akademik alt yapıyı, siyaset ve çevrecilik konusunda mektepli boyutunu hatırlatmak için anlatıyorum. Ayrıca daha sonraki siyasi olaylar ve süreçlerde bu dönemle bazı ilişkiler de kurmak zorunda kalacağım. İlginç tesadüfler vb. 

Siyaset Sosyolojisi dersini benden önce başka bir arkadaşımız veriyordu. O başka bir üniversiteye geçince ben üstlenmiştim. Yine Araştırma Teknikleri dersini de çok yakın zamanda kaybettiğimiz Mümtaz Peker hocamızın erken emekliliği sonrası ondan devralmıştım. 

Siyaset dersi için kendimce bir içerik oluşturmuştum. İlk derse başlarken, öğrencilerime kavram olarak siyasetin neyi çağrıştırdığını ve politika ile siyaset kavramlarının farklı olup olmadığını sorardım. Sohbet ile başlamak için. 

Ardından da Pir Sultan’ın şiirinde yer alan, “siyaset günleri, gelip çatmadan açılın kapılar Şaha gidelim” dizesinde yer alan “siyaset” kavramının ne anlama geldiğini, “siyaset meydanı” tanımını duyup duymadıklarını da sorardım. 

Siyasetin Osmanlıcada “idam” anlamına geldiğini çok az öğrenci bilirdi. Ama bu zemin de benim derse başlamam için bir fırsat yaratırdı. 

Dikkat ettiyseniz bu yazı dizisinin başlığı da “Siyaset Günleri” ama burada idam değil, Arapça, seyis kavramından türeyen anlamıyla kullanıyorum. Aslına bakarsanız doğru kavram politika.

 

SİYASET GÜNLERİ-3

Bundan sonraki bölümlerde parti siyaseti tecrübelerim ve gözlemlerim yer alacak. Dikkatli yazmaya gayret edeceğim. Bazı özel olayları ya da farklı anlaşılmalara neden olabilecek konuşma, görüşme ve tanıklıklarımı yok sayacağım. Ayrıca ikinci elden pek bir şey anlatmamaya çalışıp, doğrudan tanık olduklarıma yer vereceğim.

SHP ile CHP, CHP çatısı altında birleşmişti. Deniz Baykal’ın başkanlığında genel seçime gidildi. İki partinin önde gelen isimlerinden iyi bir vekil aday listesi oluşturulmuştu. Ancak CHP, seçimde yüzde on barajını aşamayıp, Meclis dışı kalınca Baykal bırakmak zorunda kaldı. Yerini biraz da kendi onayı ile Altan Öymen’e bırakmıştı. 

Bu sonuç beni oldukça rahatsız etti. Ecevit’in DSP’si çok da iyi kadrolara sahip değildi ve aile partisi görünümündeydi. AB uyum yasaları çerçevesinde yapılan düzenlemeye dayanarak CHP’ye 2000 yılında üye oldum. Benim gibi bu durumdan etkilenen çok sayıda kişi, ama özellikle emekliler CHP’ye üye olmaya başlamıştı. 

Basmane’deki il binasına üyelik işlemleri için gittiğimde, hiç unutmam rahmetli Hasan Çanatar (il sekreteri), “hocam iyi ki geldin de kırk yaş altı birini üye yaptık” dedi. Bu dönemde özellikle emekli askerler üyeliğe ilgi gösteriyordu. 

İl Başkanı Selçuk Ayhan, benim üye olduğum Konak İlçe Başkanı da Av. Feridun Gökhan’dı. Altan Öymen, PM ve MYK’yı yine partinin tecrübeli ve tanınmış isimlerinden oluşturmuştu. Ancak kendisi pek çok kişi tarafından emanetçi olarak algılanıyordu. Parti yönetiminde çok sayıda genel başkan adayı vardı. Baykalcıların o sıra yakın durduğu isim Ertuğrul Günay’dı. 

İl Başkanı Selçuk Ayhan’da görevi Baykalcı ekibin ileri gelenlerinden olan Bülent Baratalı’dan almıştı. Ancak zamanla Selçuk Ayhan, Öymen’in samimiyetine inanmış ve onunla seçime gidilmesi yönünde bir görüş benimsemiş, tavrını da ona göre belirlemişti. Bir yerde Öymen ve Tarhan erdem ekibine dahil olmuştu.

Bundan sonra son cümleye kadar anlatacaklarım yirmi yıl boyunca siyasetin pratiğine ilişkin tecrübelerimi ve gözlemlerini içerecektir. Duygusal olarak değil de sakince okuyan herkes bu pratiğin nasıl işlediğine ilişkin fikir sahibi olabilir. Benim için kişisel olarak umutlarımı, hayal kırıklıklarımı ve çabalarımı içermektedir. Sosyal medyada sıkça paylaşıldığı gibi, “tecrübe, insan kel kalınca, hayatın ona tarak vermesidir” sözünde olduğu gibi. 

Olayları sıcağı sıcağına paylaşmak bazen daha iyidir ama çoğu zaman, üzerinden belli bir süre geçtikten sonra anlatmak daha objektif olamaya katkı yapabilir. Çünkü duyguların etkisi azalır ve kızgınlıklar soğur. 

Bir süredir bunları yazmayı planlıyordum ama seçimler geçsin istedim. Çünkü anlatacağım tecrübe CHP’de yaşadıklarıma ilişkindi ve partililerin çoğu duygusal olduğu için, bundan başka anlamlar çıkarabilirdi. Benim anlattıklarım veya yazdıklarım hiçbir seçmenin tercihini değiştirmez ama kutuplaşmış ortamda bunu kabul ettirmek zordur. 

Kısacası bunları anlatmak ne üzüm yemeye ne de bağcıyı dövmeye yöneliktir. Kendini anlatmak bir yerde. Kimseye zarar vermez. Dostlarla sohbet. Böyle okunursa memnun olurum. 

CHP’ye üye olduğum ilk yıl yoğun bir faaliyet içinde buldum kendimi. CHP parlamento dışındaydı ve İzmir’de sadece Çiğli ve Güzelbahçe belediyeleri elindeydi. 

Altan Öymen ve ekibi bir yandan üye yenilemesi ile işe başlıyordu. Güncelleme yapılıyordu. Sahte üyeler, ölmüş olanlar, parti binasını bile bilmeyen, delege ağaları tarafından üye yapılmış binlerce kişinin üyeliği düşüyor ve bir sadeleşme hedefleniyordu. 

MYK üyeleri arasında yer alan bazı eğitimciler ve akademisyenler yeni bazı projeler gündeme getiriyordu. Mustafa Gazalcı ve Yakup Kepenek hocaların bu yönde çalışmaları üzerinden bazı çalışmalara katılıyordum. 

İl Eğitim Sekreteri geçenlerde kaybettiğimiz sevgili Fahrettin Yılmaz hocamızdı. Pek sevdik birbirimizi. Diğer eğitmenler Hatice Tatlı, Şengül sevim Yelken, Zafer Yapıcı ve Nejla hanım ile adeta bir ekip olmuştuk. Ben eğitmen grubunda değildim ama çevre politikaları dersini ben veriyordum. Bu süreçte birçok parti yöneticisi ve üyeleri ile tanışıyorduk. En çok Konak ve Bornova’da faaliyetim oluyordu. Buca Lisesinde öğretmenlik yaptığım zaman meslektaşım olan Sadiye Akgül ilçe başkanıydı. O da zaman zaman benim etkin olabileceğim toplantılar düzenliyordu. Konak, Karşıyaka, Buca ve Bornova’da dersler dışında da konuşmacı olarak davet alıyordum. 

Bornova İlçe Başkanı Nevzat Kavalar idi. Yöneticilerin tamamıyla dost olmuştuk kısa sürede. Aziz Kocaoğlu ile o süreçte tanıştım. Gençlik merkezinde söyleşiler olurdu. Defalarca konuşmacı olarak katıldım. Aziz bey de gelirdi. Selçuk Ayhan, Nevzat Kavalar, Aziz Kocaoğlu ve diğer arkadaşlarla söyleşi sonrası Kemalin Yerinde rakı sohbetiyle günü kapatırdık bazen. 

Karşıyaka’da Ertuğrul Gül bir akşam yemekli toplantıya davet etmişti beni konuşmacı olarak. Eski partililer, vekiller, belediye başkanları ve Karşıyaka’nın akil adamları vb. O akşam Milliyet Ege yayın yönetmenlerinden Çağlayan Bilgen de davetliler arasındaydı ve bu toplantıyı haber yapmıştı. Sanırım “CHP’ye yeni kan” türünden kışkırtıcı bir haber de yapmıştı. Ardında bana, “hocam haftada bir gün bize yazsana” deyince, biraz düşündüm ve kabul ettim. Böylece gazete köşe yazarlığı macerası da başlamış oldu. O zaman Milliyet ve Ege eki bölgede okunan gazetelerden biriydi.  

Bu süreçte CHP örgütlerinde Baykal öfkesi ve utangaç Baykalcılar vardı. Partinin baraj altında kalmasından Baykal’ı sorumlu tuttukları için birçok yerde öfkeye rastlıyordum. Ulusalcılık, darbe beklentisi gibi eğilimlere karşı eleştirel bir yaklaşımım vardı. Bundan hoşlanan olsa da rahatsız olanlar da az değildi. Derin devlet değil, derin demokrasi dedikçe bazı ulusalcı arkadaşlar tepki gösteriyordu. Kastettiğim demokrasinin kök salması ve kurumsallaşması idi ama onlar bölünme ve şeriat tehdidi nedeniyle bu düşünceleri lüks buluyorlardı. Bazen yine davet edildiğim ve sohbete katıldıkatıldığım Emekli Astsubaylar derneklerinde de bu tepkileri alıyordum. 

Eğitim Dernekleri ve Sendikaların toplantılarında o kadar sıkıntı yaşamıyordum. 

Ama hiçbir zaman popülizm peşinde olmadığım için tavizsiz ve lafı dolandırmadan ama yine de karşımdakileri incitmeden anlatmaya çalışıyordum. 

Kısa sürede İzmir’in pek çok ilçesinde partililer tarafından tanınmış oldum. Arada bir parti örgütlerine destek sağlamak için yemekler düzenlenirdi. Fırsat bulduklarıma katılıyordum. İlk yemeklerden birinde sevdiğim bir arkadaşım, masama gelip omuzuma yaslanarak, “hocam böyle oturarak olmaz, masa masa gezeceksin konsomatris gibi, insanlara dokunup, konuşacaksın” deyince, ben konsomatris değilim, gezenleri ayıplamıyorum ama tarzım değil demiştim.

Bir sonraki bölümde tecrübe ve gözlemlerimize devam edeceğim.

 

SİYASET GÜNLERİ-4

Hayat geleceğe doğru yaşanır ama geçmişe bakarak anlaşılır diye bir söz var ya, bu hem kişisel hem sosyal ve siyasal hayat için geçerlidir. Ben de anılarımı ve gözlemlerimi yazarken hem kendi kişisel hayatımı gözden geçiriyorum hem de siyasetin pratiğinin daha iyi anlaşılması için dostlarla sohbet ediyorum. 

CHP’ye meclis dışında kalınca üye olmuştum ve İl Başkanlığı ve Konak ile Bornova ağırlıklı olmak üzere tüm ilçelerde faaliyet yürütüyordum. Üye eğitim çalışmalarının yanı sıra paneller, söyleşi davetlerine de katılıyordum. Bunlar bazen ilçe yönetimlerinden geliyordu bazen de sendika ve sivil toplum örgütlerinden. 

Altan Öymen’in genel başkanlığında bazı reform denemeleri yapılıyordu çok etkili olmasa da. MYK üyelerinden biri Prof. Dr. Yakup Kepenek hocaydı. Onun başkanlığında yerel örgütleri harekete geçirmek için, “CHP Halkla Birlikte Çözüm Üretiyor” başlıklı bir proje gündeme geldi. İlçe örgütlerinin davetiyle her ilçede parti üyeleri, sivil toplum temsilcilerinin katılımıyla toplantılar yapılacak ve raporlar hazırlanacaktı.

İl yönetiminde de bu görev İl Başkan yardımcılarından Alaattin Yüksel’e düşmüş. O da bu yoğunlukta bir proje için zamanım yok, Engin bu işi daha iyi yapar deyip bana havale etmişti. İlçeler hazırlık yapıyor ve bizi davet ediyordu. Bazılarına yalnız gidiyordum bazılarına ise yine Fahrettin Yılmaz hocamız ve İl yönetiminde biri ile. 

Yaklaşık yirmi ilçede gerçekleştirdik bu toplantıları. Parti baraj altında kaldığı için üyeler arasında Baykal’a karşı epey bir tepki vardı. Bu tepkinin bir bölümü bizim toplantılarımıza da yansıyordu kaçınılmaz olarak. Bilhassa metropol dışı ilçelerde beni tanımayanların bir kısmı bu toplantılara kuşkuyla bakabiliyordu. Acaba Baykalcı mı, üyeleri yumuşatmak için mi bu toplantılar yapılıyor diye. 

Hiç unutmam Ödemiş’te çok kalabalık bir toplantı gerçekleşti. İlçe Başkanı rahmetli Emin Öztürk abimiz Baykal’a baya yakın biriydi. Belediye Başkanı şimdiki başkan Mehmet Eriş’ti ve arada soğuk rüzgarlar esiyordu. Sinema salonu tıklım tıklım doluydu. Solanda sadece üyeler değil, eski vekiller ve mevcut PM üyeleri gibi çok sayıda yönetici de vardı. 

Toplantı oldukça gergin başladı. Emin abi çok gergindi. Kürsüde sol yanımda oturmuştu, sağ tarafımda ise İl Başkan Yardımcısı Ayla Umar vardı. Emin abi ara sıra kulağıma tüyolar veriyordu. Ama terlemeye başlamıştı. Toplantı başlamıştı ki, Emin abi kulağıma yine fısıldadı. “Yüksel Çakmur gelmiş, anons etmemiz lazım salona girmesi için, aman tatsızlık çıkmasın.” Anons etmesek girmez mi? Girmez. PM Üyesi ve gecikmeli gelmesi hoşuma gitmiyordu. Ayla Hanım arayı buldu. Hocam ben İl yöneticisiyim, ben anons edeyim. Böylece alkışlar eşliğinde Çakmur salona girdi ve her zamanki gibi kuvvetli bir şekilde ellerimizi sıktı.

Detaylar aklımda ama genel olarak başarılı bir toplantı olmuştu. Salondaki gerginlik azalmış ve pozitif bir atmosfer oluşmuştu. Toplantı sonunda Emin abi elimi öyle bir sıktı ki sormayın. Ve “Engin seni genç gördüm ve endişelendim bu toplantıyı nasıl yönetecek, bunu nasıl tamamlayacağız diye düşündüm. Ama ummadığım kadar iyi yönettin, bundan sonra siyaset hayatında senin yanında olacağım hep unutma” dedi. Biz dönmeye hazırlanırken hem Emin abi hem Belediye Başkanı olmaz akşam birlikte yemek yiyelim teklifinde bulundular. Benim de hiç itiraz edemeyeceğim bir teklifti. Rakı içmeden gün bitmezdi.

O akşam ilçe yöneticilerinden biri ile (ismini anımsayamıyorum, sanırım eczacı idi), yan yana oturmuştuk. Hocam çok önemli iki iş başardınız dedi. Nedir diye sorunca da, o salonda olay çıkmadı ve yan yana gelmeyen İlçe yönetimi ile Belediye yönetimi aynı masaya oturdu dedi. Ben de mutlu oldum. 

Daha sonra da her ikisi ile de temasım devam etti b

  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI