SİYASET GÜNLERİ-16 (Tunç Soyer ile birlikte)
Daha önceki bölümde söz ettiğim gibi, Tunç Soyer ile tanışmamız çeşitli çevre eylemleri ve sivil toplum etkinlikleri ile gerçekleşti. Sığacık’taki Orkonis Balık Çiftlikleri protestolarında birlikte olduk. Daha doğrusu biz de bazı arkadaşlar ile katılım sağlıyorduk.
EGEDEN Dergisi ve Milliyet Ege’de, Sakin Şehir projesine yer veriyor, röportajlar yapıyor ve köşe yazıları ile bu vizyona destek oluyorduk. Gerçekten de benim içtenlikle beğendiğim girişimlerdi. Çevrecilik ve sakin şehir atılımını beğeniyordum. Yine daha önce ifade ettiğim gibi, belediyelerin yöresinin doğal ve tarihsel değerlerine sahip çıkma anlamında çevreci bir politika izlemesi, bugünkü koşullarda kaçınılmazdır. Nitekim otuz küsur yıl önce bu akım Bergama’da Sefa Taşkın önderliğinde başlamış ve ülke genelinde bir duyarlılık oluşturmuştu.
Belediyelerin görevi, asfalt ve çöp toplama ile sınırlı değildir. Yeni bir belediyecilik modeli geleneksel yaklaşımlarla gelişemezdi. Nitekim Tunç Soyer de bu çevre koruma anlayışına bir de sakin şehir modeli ile katkı yapıyordu. (Bunu destekleyen yazılar yazdığım gibi, daha sonra Seferihisar’ın gelişme şşeklinin sakin şehir modeline uymadığını anlatan yazılar da yazdım.)
2014 seçimlerinden çok önce çeşitli sivil toplum oluşumları içinde yer alıyordum zaten. Sevgili ve rahmetli Murat Mumcu ile Nilgün Alpaslan bir gün üniversitedeki odama gelip, beni yeni bir derneğe daha üye yaptılar. Egede İletişim ve Barış Derneği. Üyeleri arasında Osman Özgüven, Sefa Taşkın, Mehmet Soysalan, Mehmet Gönenç, Tunç Soyer ve çok sayıda politikacı ile akademisyen de vardı. Bu derneğin sürekli işbirliği yaptığı ve aynı amaçla Midilli’de kurulmuş bir kardeş dernek de vardı.
Toplantılarımızı bir süre sonra Seferihisar Belediye’sinde yapmaya başladık. Ayrı bir ofis yoktu. Daha sonra gerçekleşen genel kurul toplantısında Tunç Soyer’in başkan olması istendi. Böylece Belediye derneğin bazı etkinliklerine destek olabilir diye de düşünülmüştü. Arkadaşlar beni de başkan yardımcısı olmam konusunda ısrar ettiler, talebim olmadığı halde.
Bazı etkinlikler gerçekleştirdik. Komşu dernekle birlikte Ayvalık’ta bir toplantı gerçekleştirdik örneğin. Daha sonra Didim’de bir etkinliğimiz oldu vb.
Seferihisar Belediyesi’nde gerçekleştireceğimiz bir toplantı için yine bir araya gelmiştik. Dönemin Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık da dernek üyelerinden biriydi. Bu toplantı için Ankara’dan gelmişti. Çankaya Belediyesinin lüks bir minibüsü onu havaalanından Seferihisar’a transferini sağlamıştı. Ankara’dan gelen bir fotoğrafçı ve kameraman sürekli kendini izleyip, kayıt yapıyordu. Başkanlık odasında toplantı yapılıyordu ama kameraman ile fotoğrafçı halen odada bulunuyordu. Belli bir süre geçtikten sonra, Tunç Soyer, Bülent Tanık’a hitaben, “abi arkadaşların işi bittiyse, başlayalım mı” deyince, Tanık, “tamam çocuklar siz dışarıda bekleyin” demişti. Hiç unutmam.
Bir şekilde üyesi olduğum, daha doğrusu yazar Melih Ergen’in davetiyle katıldığım diğer bir kültür sanat topluluğu da vardı. Bu topluluk da ayda bir akşam yemeğinde buluşuyor, bir konuk konuşmacı eşliğinde tartışmalar yapılıyordu. Topluluk İzmir’den yazarlar, edebiyatçılar, akademisyenler ve sanatçılardan oluşuyordu.
Melih Ergen, Seferihisar Belediye Başkanının kültür sanat danışmanı gibi bir görev de yürütüyordu sanırım. Onun için bu topluluğun üyeleri arasında Tunç Soyer de vardı. Orada da yolumuz kesişmişti.
Sonradan Melih Ergen bu topluluğu derneğe dönüştürelim dedi. Hem bazı AB projeleri yaparız hem de Seferihisar Belediyesinin sahip olduğu Teos Yazarlar Evi bizim etkinlik mekanımız olur düşüncesindeydi. Bu derneğin de yönetim kurulu üyelerinden biri ben olmuştum. Derneğin adı da Teos Kültür Sanat Derneği olmuştu.
Kültür sanat insanları konuk ediliyor ve çeşitli söyleşiler düzenleniyordu. Ancak birkaç yıl sonra Melih Ergen de benim gibi, Tunç Soyer’in Büyükşehir Belediye Başkanı olması konusunda çaba sarf ediyor ve bu faaliyetlerde de ona yönelik etkinlikler düzenliyordu. Sanatçı ve yazarlarla Tunç Soyer’i buluşturma etkinlikleri de oluyordu zaman zaman. Seferihisar’daki ikinci döneminde Tunç Soyer ile çeşitli platformlarda bu amaca yönelik olarak gerek sivil toplum oluşumları gerekse bireysel ilişkilerimizde giderek tempoyu yükseltiyor ve işbirliği yapıyorduk.
Ne zaman kurulduğunu bilmediğim başka bir topluluğa davet edildim. İzmir Düşünce Topluluğu. Çok sayıda tanıdığım arkadaşım vardı toplulukta. Adı Düşünce Topluluğu olmakla birlikte, ağırlıklı olarak siyasetçilerden oluşuyordu. Çoğu CHP’de faaliyet gösteren ama HDP’li arkadaşların da sayı olarak olmasa da etki olarak ağırlığı olan bir topluluk niteliğindeydi. Yeşil Sol Parti ve EMEP’ten temsilciler de vardı.
Ben ilk defa dâhil olduğumda toplantılar daha ziyade Konak civarında gerçekleşiyordu. Bir iki arkadaşım, ilk toplantılardan sonra ayrılmıştı. Bu düşünce topluluğu değil, Tunç Soyer’i parlatma topluluğu demişti. Daha sonra bu konuda beni de uyarmıştı. “Hocam, sen iyi niyetlisin ama Tunç senin sandığın gibi biri değil, hayal kırıklığı yaşarsın” diye. Ben hiç dikkate almadım bu uyarıyı. Üstelik Topluluğun, Tunç Soyer’in adaylığına katkısı olursa bundan da rahatsız olmayacaktım.
İzmir Düşünce Topluluğu olarak düzenli bir şekilde Teos Yazarlar Evinde buluşmaya başladık. Bazen İzmir ve çevre sorunları konusunda sunum ve söyleşiler oluyordu bazen de güncel siyasal olaylar hakkında tartışmalar.
Bu süreçte biri İzmir’de diğeri Kuşadası’nda olmak üzere İzmirli akademisyenler ile Kılıçdaroğlu buluşması gerçekleşmişti. İkisinde de vardım. Özellikle ikincisinde daha uzun bir toplantı ve tartışma fırsatı olmuştu. Moderatörlüğü rahmetli Nuri Bilgin hocamız yapıyordu. CHP heyetinde ise Kılıçdaroğlu’na Prof. Burhan Şenatalar ve Prof. Dr. Sencer Ayata eşlik ediyordu. Biri PM diğeri MYK üyesi idi.
Bir gün önce çalışma grupları oluşturmuş ve grup raporları hazırlamıştık. Bu raporları gelen heyete sunuyorduk ama bir masa etrafında oluşan oturma düzenine göre sırayla söz alıyor, kişisel düşüncelerimizi de söylüyorduk. Saatlerce bizi dinlediler, Sencer Hoca da söz alıp bir konuşma yaptı. Ardından Kılıçdaroğlu’nun değerlendirme konuşması ile toplantı sona ermişti.
Nuri Hoca, Engin birlikte dönelim yolda laflarız dedi. Onun arabası ile döndük. Dikkat ettin mi, Kılıçdaroğlu konuşmasında iki defa ismen sana atıfta bulundu dedi. Salondan kalabalık içinde ayrılırken de, “Engin Hoca nerede deyip, elimi sıkmıştı.
Döndüğümüzde ertesi gün Nuri Hocam ile Fakülte Sekreterinin odasında karşılaştım. Gel bir değerlendirme yapalım dedi. Hocam daha sonra şu anda acil bir işim var deyip ayrıldım. Maalesef o son görüşmemiz olmuştu. Hastaneye koştuğumda, iş işten geçmişti artık.
Kılıçdaroğlu’na kısa mailler atıyordum. Çoğuna kısa cevaplar alıyordum. Böylece bir bağ kurmuştum. Birkaç maili Muharrem Erkek’e yönlendirmiş, o cevaplamıştı. Bu bağlantıyı da kullanarak, Büyükşehirde değişim ve bazen doğrudan bazen dolaylı olarak Tunç Soyer’i öne çıkaran mesajlar vermeye çalışıyordum. Bu benim samimi tercihimdi. Bunların bazılarını Tunç Soyer ile de paylaşıyordum.
Hatırladığım diğer bir sivil oluşum etkinliğini de Tunceli Ovacık da gerçekleştirdik. Ovacık Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu, ülke genelinde çok popüler olmuştu. Komünist Başkan olarak yapıp ettikleri çok sempati topluyordu. Göknur Yumuşak arkadaşımın öncülüğünde kurduğumuz Yerli Tohum ve Güvenli Gıda Topluluğu organizasyonunda Ovacık'da bir etkinlik düzenlemiştik. Bu etkinliğin katılımcılarından biri de Tunç Soyer ve Seferihisar ekibiydi. “Hocam seninle burada karşılaşmak ne güzel” demişti. Zaten etkinliği biz organize etmiştik. Tabi iki belediyenin de katkısı ile. Orada gerçekleşen panelde hem konuşmacıydım hem de moderatörlüğü ben üstlenmiştim.
Aday belirleme süreci yaklaştıkça bu topluluklar Tunç Soyer ile birlikteliklerini daha da yoğunlaştırıyorlardı. Teos Kültür Sanat Derneği daha önce de birkaç kez Tunç Soyer’i konuşmacı olarak davet etmişti. Detbek bu defa artık İzmir ve adaylık hakkında konuşması için bir toplantı düzenledi Teos’da. Farklı ilçelerden yoğun bir katılım oldu.
Bu toplantıda unutmadığım bir anekdotu paylaşmalıyım. Çeşme’de Salih Korkmaz, Körfez Geçiş Projesi ve benzeri girişimler konusunda iktidar ile nasıl mücadele edeceğini sormuştu. Tunç Soyer de bu soruya “gerekirse ölümü bile göze alırım” diye karşılık vermişti.
Topluluk toplantıları dışında da Soyer ile sık sık haberleşiyor ve bazen de görüşüyorduk. Artık umudumuz yüksekti ve bu mücadeleyi sonuna kadar kararlılıkla sürdürecektik. Kılıçdaroğlu’na sıkça mail gönderiyor ve yanıtlarını da Soyer ile paylaşıyordum. Daha sonra iki arkadaşımı kendisi ile tanıştırmaya götürdüm. Uygun olursa bu iki kişinin de İzmir Düşünce Topluluğuna dahil edilmesini önermiştim. Makam odasında ikisiyle de tanıştırdım. Biri Kılıçdaroğlu’nun okul arkadaşı idi ve ailece de görüşüyordu. Ama daha önce sözünü ettiğim bir kişi gibi bunu pazarlayarak rant elde etmiyordu. Diğeri de Çeşme’de birlikte çevre mücadelelerinde birlikte olduğumuz ve aynı zamanda Almanya Türk İşadamları çevresi ile de bağlantıları olan bir arkadaşımdı.
Tunç Soyer memnun oldu ve onları da ekibe dahil etmiş olduk. Ekibi güçlendiriyor ve etkinliklerimizi artırıyorduk.
Büyükşehir adaylığı için başka talipler de vardı şüphesiz. Kocaoğlu aday olmayacaktı. Zaten Kılıçdaroğlu ile de sorunlar yaşamıştı ve aday yapılma şansı yok denecek kadar azdı. Abdül Batur en iddialı adaylardan biriydi. Tuncay Özkan da elinden geleni yapıyordu. Murat Bakan da PM’de bu konuda faaliyet yürütüyordu. Kamil Okyay Sındır ve Tacettin Bayır’ın da istekliler arasında adı geçiyordu. Ama mücadele Batur ile Soyer arasındaydı. Aziz Bey, Soyer’i kesinlikle istemiyordu. “O olacaksa ben de adayım dedi” ama iş işten geçmişti. Ve Kılıçdaroğlu üzerinde eski gücü yoktu artık.
Çevremdekilerintelkini ile Tunç Soyer aday olursa sen de Narlıdere veya Çeşme’den aday olursun türünden telkinler geliyordu. Ben de çok samimi ve yakın buluyordum bu ilişkiyi ve dostluğu (benim sahip olduğum duygu buydu). Bir adaylığım olmasa bile kent yönetimine katkı yapabileceğim konular vardı ve artık üniversite, üniversite olmaktan çıkmıştı. Bu benim için iyi bir geçiş olurdu. Akademik bilgilerimi ve kent araştırmalarından elde ettiğim gözlemlerimi çeşitli projelerde değerlendirebilirdim.
Hatta benim Tunç Soyer ile bağlantımın güçlü olduğuna inanan çeşitli ilçelerden birçok aday adayı da bu konuda benden yardım istiyordu. Kimileri belediye başkan adaylığı, kimisi de belediye meclis üyeliği için. Güvendiğim ve dürüst bulduğum bazı kişileri de tanıştırıyordum.
Tunç Soyer iddialı bir aday konumuna gelince Seferihisar Belediyesine gelen gidenlerin yoğunluğu artmıştı. Bazen ben de gidince hiç ummadığım bazı kişiler ile orada karşılaşıyordum.
Bizim İzmir Düşünce Topluluğu artık birkaç kişi dışında tamamen buna odaklanmış bir topluluğa dönmüştü. Birkaç kişi buna itiraz edip, kenarda durmayı tercih etti ve hatta Nazik Işık da topluluk üyesi olarak Büyükşehir aday adaylığını açıklamıştı. Üç dört arkadaş ise farklı bir yol izliyordu. Hem Tunç Soyer ile hem de Abdül Batur ile mesai yapıyordu. İki iddialı adın birinden mahrum kalmak istemiyordu onlar. Ve onlar her halükarda kazanmayı garanti altına alıyorlardı. Nitekim öyle de oldu. Şimdi isimlerinden söz etmem uygun olmaz.
Sona yaklaşıyoruz ama bir bölümde toparlayabilir miyim emin değilim. Olay ve gözlem epeyce var ve onlara yer vermezsem eksik kalır.
SİYASET GÜNLERİ-17. Bölüm (Tunç Soyer ile heyecanlı günler)
2019 Mart seçimleri yaklaştıkça ilçe aday adayları da görünür hale geliyordu. Narlıdere ve Çeşme’de yaşıyordum. İki ilçede de CHP aday sayısı bir hayli fazlaydı. Abdül Batur, Büyükşehir adayı olduğu için Narlıdere’de yeni aday arayışı heyecanı vardı. Aday adaylarının ve partililerin bazı yerlerde zaman zaman toplantıları oluyordu. Hatta bazılarına beni de toplantıları yönetmem için davet ediyorlardı. Narlıdere adaylığını düşünmüyordum ama iyi bir arkadaşımız aday olursa desteklerim diye bir tavrım vardı. Zaten iki ilçede de seçim garanti idi.
Çeşme’de ise arkadaş çevrem baskı yapmaya başlamıştı. Hatta bazıları geçen dönem, ne işin var Narlıdere’de Çeşme’den aday olsaydın ya, diyenler olmuştu. Narlıdere’de ikamet ediyordum ve bu yönde bir ekibin ısrarı ile aday adaylığını kabul etmiştim. Çeşme ise tam bir feodal sistem ile yönetiliyordu. Kimse aday olabilecek bir kişinin Çeşme’de faaliyet yapmasını istemiyordu. Ağalık sistemi yerleşmişti.
Uzun yıllar bu ağa Faik Tütüncüoğlu idi. Parti örgütü onun elinde idi. Mesela ilçe örgütü konferans ve konuşmalar için Ege Üniversitesi’nden Ziraat Fakültesi hocalarımızdan siyaset konusunda konuşmalar istiyordu ama siyaset alanında doktorası olan Çeşmeli birini hiç böyle alanlarda görmek istemiyorlardı.
Ancak tabi ki Çeşme, Alaçatı ve bazı köylerde beni tanıyan epeyce insan vardı. Faik Bey yerine Muhittin Dalgıç başkan olmuştu. Dalgıç, Aziz Bey ve Alaattin Yüksel’in ekibindendi. Ancak diğer birçok ilçede ve daha önce Çeşme’de olduğu gibi, Belediye Başkanı olarak Muhittin Dalgıç, ilçe kongresi ve yönetimine ağırlık koymamıştı. Bunu önemsemedi veya hazırlık yapmadığı için başka aday çıkarmayı göze alamamıştı. Nedenini bilmiyorum.
Bu nedenle ondan çok daha hırslı olan ve Tuncay Özkan’ın ekibinde yer alan Ekrem Oran ilçe başkanı oldu. Tuncay Özkan aracılığıyla genel merkezde bağlantılar kurdu. Muhittin Dalgıç, yine daha önceki gibi Aziz Bey ve genel merkezdeki bağlantılarına güveniyordu sanırım.
Çeşme’de de değişim olacağı beklentisi yükselmişti. Aziz Beyin Kılıçdaroğlu ile ters düşmesi bu ihtimali daha da yükseltiyordu. Bu durumda hem ilçe başkanı ama daha da önemlisi Tuncay Özkan’ın adamı olarak bilinen Ekrem Oran’ın şansı yükseliyordu.
Yine de çok sayıda aday adayı çıkmıştı. Eski Belediye Başkanlarından ve dört dönem başkanlık yapmış olan Faik Tütüncüoğlu, eski ilçe başkanı Halil Saatli’nin oğlu Onur’a destek veriyordu.
Bu koşullarda nereye gitsem adaylık konusu gündeme geliyordu. Alaçatı’da, Çeşme’de, Ildırı’de ve doğal olarak Germiyan’da. Bazıları aleni destek veriyor, bazıları ise el altından. Onlar görünmek istemiyordu. Ekrem başkan olursa, çok kinci biri sorun yaşamayalım gibi bahaneler üretiyorlardı. Sosyal medya bile bu amaçla takip altındaydı zaten.
HDP yöneticisi arkadaş, daha o zaman bu parti tavır açıklamamıştı, sen aday olursan biz aday çıkarmayacağız demişti. (Sonraki gelişmeler sonucunda da merkezi karar olarak aday çıkarmadılar zaten). MHP’li ve AKP’li bazı tanıdıklar da bu desteği parti taraftarlığına rağmen vereceklerini söyleyerek beni cesaretlendirmeye çalışıyorlardı.
Yerelde bu konuda hiçbir çalışma yapmamıştım. Bütün enerjimi büyükşehir adaylığı için harcıyordum. Ayrıca da Büyükşehir adayı Tunç Soyer olursa bazı ilçelerde onun ekibinden adayların çıkacağını da düşünüyordum.
Çeşme’de siyaset çok tuhaftı. Ağalık sistemi dedim ya, öyle. Ağalık sistemini, ağa tesis etmiyor, gönüllü marabalar çok yaygındı. Aman ağa ne der? Sen ağa olursan sorun yok tabi. Bu nedenle bazıları, mevcut belediye başkanı ve ilçe başkanından hiç hoşlanmasa da, her fırsatta bağlılık bildirmekten helak olan insan sayısı bir hayli fazlaydı.
CHP içinde ve dışında daha soldaki arkadaşlar bu konuda daha cesurdu doğal olarak. Bir gün Ovacık Festivali için eşimle orada bulunuyorduk. Yerel gazetecilik yapan bir arkadaş, bana çok ısrar ediyordu. Orada da birlikte oturduğumuz arkadaşlarla fotoğrafımızı çekti. Yayınlama belki arkadaşlar benimle görüntü vermek istemezler deyince, öyle şey mi olur hocam diyenler oldu.
Eşim bu ilgiden rahatsız olmuştu. Gazeteci adaylığınızı bize açıklayın diye ısrar ediyordu. Ertesi gün, “eşinden izin çıkmadı” diye haber yapmıştı.
Bir gün akşama doğru, Tunç Soyer aradı telefonla. Ankara’daymış. Hocam haberler iyi dedi. Çok sevinmiştim. Akşama uygunsan akşam Teos Yazarlar Evinde yemek yiyip değerlendirelim dedi. O kadar mutluydum ki, besbelli özel görüşmelerini de anlatacaktı.
Akşamki buluşmamızda ikimiz de çok mutluyduk. Evet, umudu bir hayli artmıştı. Sohbetin belli bir aşamasında aynen şu cümleyi kurdu: “Hocam sen ne düşünüyorsun, gerçi İzmir’i birlikte yöneteceğiz ama Narlıdere veya Çeşme’den adaylık düşünüyor musun?”
Bu çok kritik bir soruydu. Henüz netleşmiş bir kararım yoktu. Onun Büyükşehir Belediye Başkanı olmasını çok fazla önemsiyordum. Dediği gibi birlikte yönetmesek de, benim de kendi alanımla ilgili katkılar yapabileceğimi, üniversiteden kent yönetimine geçebileceğimi düşünüyordum. Mesleğimi sevmeme rağmen, Üniversite ile duygusal bağım epey zayıflamıştı. Eskisi gibi değildi.
Yaklaşık olarak şunları söyledim bu soru karşısında: “Yeter ki sen aday ol, ben bir yere aday olmasam da olur. Ama Kemal Bey, ‘Engin Hoca sen hangi ilçeden aday olmak istersin?’ diye sorsa net olarak Çeşme derim. Çeşme benim kimliğimin bir parçası. Aday adayları arasında iyi arkadaşlar da vardı şüphesiz. Ama ben hiçbir siyasetçinin Çeşme’yi benim kadar bildiğini/anladığını ve hatta sevdiğini düşünmüyorum.” Bu benim düşüncem tabi ama Çeşme’yi koruma konusunda da gördüğümüz gibi, Çeşmeli siyasiler çok duyarsız kaldılar birçok aşamada.
Tunç Soyer, “hocam haklısın ama geçen dönem Narlıdere’den aday olmuştun, tutarlılık açısından söyledim. Ayrıca bu Tuncay Özkan’ın, Genel Başkan üzerinde nedenini bilmediğim bir etkisi/gücü var..” demişti. Sohbetin sonunda aday olursan ben elimden geleni yaparım demişti.
Çok zorlandım bu süreçte, ne yapmalıyım diye. Narlıdere’den aday adayı olmuştum, parti içinde bir grup ve sol partilerin de desteği ile. Narlıdere de olabilir ama yerel yöneticilik yapabileceğim en uygun yer Çeşme idi.
Hem İzmir Düşünce Topluluğundan hem İzmir’deki bazı partili arkadaşların ve ayrıca Çeşme ve köylerinden çok sayıda arkadaştan telkinler artmıştı. Buna paralel olarak eşimin tedirginliği de. Çeşme’ye, Alaçatı’ya veya bir köye gitsek eş dost hemen bunu gündeme getiriyordu çünkü.
Bugün baktığımda hata görüyorum ama hayat insana filmi geriye sarma şansını hiçbir konuda vermiyordu. Tunç Soyer Büyükşehir Belediye Başkanı olacaktı. Bu yaklaşık altı yedi yıldır birlikte kurduğumuz hayaldi. O duygusal ortam ve adeta sarhoşluk içinde karar verecektim. Aile içinde bu yüzden sorunlar yaşadık. Oğlum, baba seni aday yapmazlar, ben, üzüleceksin diye karşı çıkıyorum demişti bu defa.
Eşim ile birkaç gün konuşmayacak kadar duygusal gerilim yaşadık. Yüz yüze konuşmuyorduk artık bu konuyu. Bir iki gün sonra bana WhatsApp’tan mesaj attı. “Ben senin Tunç Soyer’den de iyi bir başkan olacağına inanıyorum. Ama huzurumuz kaçacak. Bir sürü pislik ile karşı karşıya kalacaksın. Ama içimde kalmasın diyorsan aday ol karşı çıkmayacağım.”
İşte bunlar dışarıdan gözükmeyen zorluklardı. Düşünsenize birçok adayın eşi çocukları hep destekçidir ve heveslendiricidir ama benim hem oğlum hem de eşim bu işe karşı çıkıyorlardı. İkisinin de mesajı netti. Senin gibi birini başkan yapmazlar ve huzurumuz kaçacak.
Bu koşullarda başvuru yaptım. Ne kadar zordu. İl binasına gidip dosyamı doldurdum ve paramı yatırdım. Çeşme İlçe başkanı, zaten emir eriydi ve onunla muhatap olmak istemiyordum.
Ancak başvuru yaptıktan sonra yönetime yakın bir arkadaşım, ilçe başkanı sitem ediyor, bizi adam yerine koymadı, diye bana mesaj iletti. Hadi efendilik bende kalsın dedim. Randevu aldı birlikte gittik. Yolda bir yandan beni uyarıyor üzülmeyeyim diye. “Hocam yalnız seviye çok düşük, üzülme” diyordu. Biliyorum ne yapalım katlanacağız diye karşılık verdim. Beklediğim gibi bir nezaket yoktu tabi. Niyetimi ve adaylık amacımı anlattım kısaca yine de. Hemen beni uyardı, genel merkezden talimat var adaylık çalışması yapılmayacak diye. Zaten bu saatten sonra ne yapacaktım ki, ayrıca yapsam da bunu karar vericiler üzerinde bir etkisi olmazdı.
İlçe binasında ayrılınca arkadaşım aradı. “Hocam 500 TL para ödemen gerekiyormuş” diye. Oysa ile 5000 TL ve ek olarak 500Tl yatırmıştım. “Sen öde ben sana veririm” dedim.
Bu arada aynı arkadaşım, daha önce Ekrem Oran’ın kendisine, “Tuncay abi Büyükşehir Adayı olacak ben de Çeşme” demişti. Olabilir dedim. Ama bu ihtimale inanmıyordum. Bir süre sonra bu defa aynı arkadaş, bana Ekrem Oran’dan “Tunç Abinin adayı da benim” diye başka bir mesaj daha iletti. Hemen bunu Tunç Bey’e mesaj olarak gönderdim. “İşim olmaz hocam” diye dönüş yaptı.
Bu arada Çeşme’yi son otuz yıl içinde yönetmiş olan iki eski başkan da basın aracılığıyla, adaylıklar hakkında görüş bildiriyorlardı. Nuri Ertan, nabız yokladığını ve en sevilen ya da istenen adayın benim olduğumu yerel gazetede ilan etmişti. Tabi bu anket değildi. Kanaat önderleri ile görüşmeleri kast ediyordu. Ardında Faik Tütüncüoğlu, özellikle Ekrem Oran’ın olmaması gerektiğini, bazı gerekçelere dayanarak anlatıyor ve Onur Saatli’yi uygun aday gördüğünü bir röportajda söylüyordu. Gazeteci, Engin hoca da var deyince, “başvurduğunu bilmiyordum, gayet iyi olur, bölgemizin insanı ve akademisyen bir arkadaşımız” demişti. Hemen bu iki mesajı da Tunç Soyer’e ilettim. Çok güzel karşılığını verdi.
Bu arada İzmir Düşünce Topluluğu olarak Büyükşehir için bir final hamlesine hazırlanıyorduk. Tunç Soyer, Kılıçdaroğlu’ndan randevu almıştı. Ertesi günü yola çıkacaktık ama ön hazırlık için Narlıdere Malatyalılar Lokali üst katında 15-20 kişi birlikte yemek yiyip bunun hazırlığını yaptık. Katılımcı listesi hazırdı. 10-12 kişi gidecektik. Arkadaşlar Ankara’da benim modaretörlük yapmamı istediler. Toplantı düzenini sağlayacak ve sırayla arkadaşlara söz verecektim.
Bunun için bir minibüs kiralanmıştı. Nezih Öztüre ise özel aracı ve şoförü ile gidecekti. Geçerken seni de alırım dedi. Nahide Demir arkadaşımız da bizimle gelecekti. Narlıdere’deki toplantı bitip, dağılma aşamasına gelince, Tunç Soyer biraz tedirgin bir şekilde, “hocam Kemal Bey ile Çeşme meselesine hiç girmesen, o iş bende zaten” dedi. Öyle şey mi olur Başkanım, gitme amacımız belli diye karşılık verdim. Tedirginliği yadırgamıştım o zaman.
İstanbul’dan Ekrem İmamoğlu’nun adaylığı da açıklanınca, İzmir’de Tunç Soyer’in olabileceği konusundaki kanaatler de artıyordu.
Randevumuz saat 14.00 gibiydi sanırım. Erken saatte yola koyulduk. Salihli’de kahvaltı molası verdik. Ankara yolunda pür neşe yolculuk yapıyorduk. Çok umutluyduk. Bu sürece katkı yapacaktık kendimizce…
Ankara detayları bir sonraki bölüme artık…
SİYASET GÜNLERİ-18 (Ankara’da çocuklar gibi şendik)
İzmir Düşünce Topluluğu olarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşmeye giderken çok umutlu ve heyecanlıydık.
Onu biraz daha detaylı anlatacağım ama daha önceki bölümlerde anlatmam gereken bir olayı da burada not olarak yazayım. Yılını hatırlamıyorum. İl başkanlığı boşalmıştı kongre dönemi dışında.
Daha önce siyaseten tanıştığımız ve Gürsel Tekin’in CHP’de ikinci adam olduğu dönemlerde onun ekibinde olan bir arkadaş, bana telefon açmıştı. “Hocam yeni İl Başkanı atanacak, ben seni önerdim. Sen aranan özelliklere sahipsin, gruplar üstü, orta yaş grubunda ve akademik yönü olan birisin” gibi bir konuşma yaptı. Ben devlet memuruyum, Öğretim üyeleri PM üyesi olabilir ama il ya da ilçe başkanı olamaz dedim. Sen bir araştır, kabul ederse Tekin Bingöl hemen atama yazısı yazacak dedi.
Ben biliyordum. Sen de sor dedim. Ertesi gün haberleştik tekrar. “Evet, olmuyormuş” dedi. Bundan iki gün sonra Bedri Serter, CHP İl Başkanlığına atandı.
Şimdi gelelim Ankara yolcuğuna. Genel Merkezin bulunduğu yere geldiğimizde bir kafeteryada toplaştık. Zaten kafeterya v