Bugun...
SON DAKİKA

ACİL ÇIKIŞ

 Tarih: 04-09-2025 13:29:00  -   Güncelleme: 04-09-2025 13:51:00
FAHRİ ARTAR

Tunceli’nin Ovacık ilçesi yakınlarındaki Munzur Dağı eteklerinde “Munzur Gözeleri” diye bir yer varmış. Burası her yıl yerli ve yabancı binlerce turistle dolup taşarmış. Ben henüz gidemedim, ama gitmeyi çok isterim.

 

Bu bölgenin, Alevi inancındaki vatandaşlarımız için farklı bir öneme sahip olduğu ve kutsal sayıldığı söyleniyor.

 

İşte bu turistik ve Alevilerce kutsal sayılan mekâna, Sünni vatandaşların da gezme ve ziyaret amacıyla geldiği düşünülerek ancak 10 kişinin zar zor saf tutup namaz kılabileceği bir mescit yapılmış. Kıyamet kopmuş.

 

Birçok Alevi derneği, federasyonu ve Alevi vatandaşımız bu durumdan rahatsız olduklarını; mescidin kendileri için tehlike oluşturduğunu, mescidi yapanların asimilasyon politikası uyguladığını bildirmişler.

 

Tabii karşı taraf durur mu? Onlar da abartılı bir şekilde karşı tepkilerini dile getirmişler.

 

Haberi duyunca çok üzüldüm, korktum ve ülkem için endişelendim. 

 

Demek ki siyasetçilerin sorumsuzca sarf ettikleri sözler, ülkeyi bu hale getirmiş. Anlaşılan yıllardır süren kutuplaştırma hareketleri, Alevi yurttaşlarımızı bile çileden çıkarmış.

 

O, hoşgörünün, saygının ve nezaketin timsali insanlar ne hâle gelmiş.

 

Yıllar önce, genç bir öğretmen iken Alevi vatandaşlarımızın yaşadığı Kahramanmaraş, Pazarcık ilçesine bağlı Akdemir Köyünde ilkokul öğretmenliği yapmıştım. Bazılarının çok iyi bilebileceği gibi, meşhur Elif Ana’nın köyü.

 

O zamanlar bekardım. Her gün öğlen vakti, daha yemek teneffüsüne çıkmadan lojmanımın kapısı çalınır, biraz beklenir ve bir şeyler bırakılıp gidilirdi. Bırakılan bu şeyler, nereden geldiğini bilmediğim çeşit çeşit yemeklerdi.

 

Öğleden sonra dersler devam ederken aynı sesleri yine duyar, dersten çıkınca tepsinin götürüldüğünü görürdüm. Bu durum evlendiğim zamana kadar aksatılmadan devam etmişti. Kim, ne yemeği getirdi hâlâ bilmem…

 

Köyde, sanırım inançları veya adetleri gereği kirve müesseseleri çok önemliydi. Kirveye kardeşten daha fazla değer verilir; köye herhangi birinin kirvesi geldiğinde yemekli ziyafetler düzenlenirdi. Bu yemeklere köyün öğretmeni mutlaka çağrılır ve öğretmen gelmeden yemeğe başlanmazdı.

 

Düğünlerinde “yerli yabancı” demezler, seni kollarından tutup mutlaka halaya dahil ederlerdi. Kız-erkek hep beraber halay çeker, türkü söyler, oyunlar oynarlardı. Kimse kimsenin çoluk çocuğuna yan bakmaz, kardeşi gibi görürdü.

 

Karşıdaki köy, Sünni inançlı insanların yaşadığı bir köydü; arası 5-6 kilometre kadar vardı. Okulumuzun müdürü her cuma karşı köye gider, cuma namazını eda ederdi. Her cuma günü bir otomobil okulun dış kapısında durur, bekler ve müdür bey dersten çıkınca onu alıp karşı köye götürürdü. Orada cuma namazının bitimine kadar bekler, tekrar okula bırakırdı. Bu durum, ben bu köyde çalıştığım sürece aksatılmadan devam etti.

 

Bir ara, “Mecburiyetleri olmadığı hâlde neden böyle bir davranışta bulunduklarını” sordum. Bana,

“…Köyümüzde mescit olmaması bizim ayıbımız. Bu köyde Sünni öğretmenler veya Sünni başka memurlar da çalışabilir, çalışıyorlar da. Onlar bizim için buradalar, bize hizmet ediyorlar; ancak zamanında atalarımız bunu düzememiş, biz bu durumu telafi etmeye çalışıyoruz…” dediler.

 

Ne yüce bir düşünce.

 

 Empati yaptım; bu derece hoşgörülü ve iyiliksever olabilir miyim diye.

 

Nereden nereye… Kendisi farklı inançta olmasına rağmen öğretmenini her hafta, yaz-kış demeden camiye taşıyan bir güzel toplumdan; Sünni inancına sahip vatandaşların namaz kılacağı bir mescide tahammül edemeyen bir topluma…

 

Kindar ve dindar bir nesil yetiştirmek isteyenler, eserinizle övünebilirsiniz.

 

Acilen, toplumun mozaikleri dediğimiz etnik köken, mezhep ve inançtaki insanlar arasındaki hoşgörü, saygı ve nezaketi; aklımızda kalan tüm güzellikleri ve iyilikleri kullanarak tesis etmek mecburiyetindeyiz. Yoksa elimizde yaşanası bir ülke kalmayacak.

 

EĞİTİMCİ FAHRİ ARTAR

 

  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI