İnsanın insana iyi geldiği bir dünya arıyorum, kendi içimden çıkarak dışarıda dolaşmak için. Samimi bir iç dökümü temizliğiyle her gün kendimle savaşıyorum.
Yetmiş üç yaşıma merdiven dayamış biri olarak, farkındalıklar ve duyarlılıklar abidesi çilenin ölesiye yorgunu ve hayatın bir yolcusu olarak içinde bulunduğum şu anki durum, bütün yorgunluğuma rağmen beni yenemedi ve inzivaya çekilmeye de asla zorlayamadı. Sorumluluklarımın, hayata ve ülkeme karşı, topluma karşı sorumluluklarımın bilincinden hiçbir yenilgiye boyun eğmeden ve ödün vermeden yerine getirmekten çekinmedim ve çekinmiyorum. Bütün bu kaosun ortasında, hayatın içinde, bana verilmiş yaşamı idame etmek için takip ettiğim bu süreçte en çok dinlediğim ses, kendi içimin uğultularının sesi, bazen de defalarca dönüp dönüp okuduğum aynı kitap pasajları… Bunlardan en ilginci, Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerkenkitabından çok etkilendiğim pasajlarından öğrendim. Şöyle söylüyor Oğuz Atay:
“Çaresizlik kahramanları yıkıcı, yadsıyıcı olmaya iter. Devam ettim içmeye, kendimi mahvetmeye. Dumanlı gözlerle, eriyip gidişimi seyrettim. Bütün düzenleri yıkacaktım, onlara gösterecektim… serserinin biri olacaktım. Yaşanan süreç özyıkımdır. Ancak hedef çevredir.” (Sahife 6)
Sahife 62’de ise:
“Ülkeme ve insanlarına kızmaya başladım; kimsenin doğru dürüst okuduğu yoktu.
Doğru dürüst hissetmesini bile beceremiyorlardı. Bu yüzden insan, duyduğu şeyleri söyleyen insanların kültürüne güvenemiyordu. Belki bu zavallılığın, bu yarım yamalaklığın, bu gülünç durumun bile aslı, gerçek bir biçimi vardı. Düşünme dedim kendi kendime, düşünme. Düşünmeyi bile bilmiyorsun. Önündeki işe devam et.”
Bazı insanlar şehirleri terk edip sakin bir hayat yaşamak için sakin köylere gidip yatırım yapıyorlar. Bir gün muhakkak insanlarla sohbet etmek ihtiyacı duyuyor. Düşünün, sürekli kendisini eve hapseden bir kişi konuşmayı bile unutabilir. İnsan insana her zaman lazım. Yazımın başlığında da belirttiğim gibi, “İnsanın insana iyi geldiği bir dünya kurabiliriz.”
Kalın sağlıcakla.