Geçen yıl yaşadığımız o korkunç deprem felaketinden sonra Çeşme’ye de deprem bölgesinden pek çok aile gelmişti. Tüm Türkiye’de olduğu gibi Çeşme’de tek yürek oldu, kaymakamlık ve belediye tarafından yardım noktaları kuruldu, Çeşmeli vatandaşlar dilediği yere yardımlarını ulaştırdı. Bizim mahallede muhtarımız da muhtarlık ofisini yardım noktası yaptı, bizler hem aza hem mahalle sakinleri olarak muhtarımızla birlikte, Çeşme’ye gelen depremzede ailelere destek olmaya çalıştık, yardım ettik.
Çeşme adeta seferber oldu bu ailelerimiz için…
O arada boş durmuyorum, gelen depremzede aileleri kaldıkları otel ya da evlerde ziyaret ediyorum, konuşmak ve haber yapmak için…
Bir taraftan da utanıyorum soru sormaya, ne sorulur, ne söylenir ki yaşanan böyle büyük bir felaket karşısında…
Kahramanmaraş’tan bir aile gelmişti. Evlatlarının birini depremde kaybetmiş, diğer evladıyla gelmişlerdi Çeşme’ye. Uzaktan akrabalarının evinde kalacaklardı bir süre. Arada uğrayıp bir ihtiyaçları olup olmadığını sorup çıkıyordum. O gün çay paketi istemişlerdi aldım götürdüm. Tam çıkarken gel dedi bana otur yanıma da anlatayım sana deprem acısını… Sizin canınızı acıtacaksa anlatmayın dedim.
Anlatmaya başladı.
Benim deprem de ölen kızım tıp fakültesine gidiyordu, Her gün eve geldiğinde bana bir tıp terimi sorar, ben de bilemeyince başlardı gülerek anlatmaya…
Depremin olduğu günün akşamı, anne, yarının sorusunu bugünden soruyorum acı eşiği nedir?
Ben de ne bileyim dalga geçiyor sandım, başlatma eşiğinden de beşiğinden de, hadi git ellerini yıka da, yemek yiyelim dedim. Ellerini yıkamaya giderken arkasından bir hüzün çöktü yüreğime… çok mu sert çıkıştım diye…
Geldi yemeğimizi yedik, çayı çok severdi, çay demledik içtik, yattık uykuya…
Sabaha karşı dört gibi yerin altından bir ses geliyor ama nasıl ürkütücü bir ses…
Önce rüya falan görüyorum sandım sallanmaya başlayınca anladım deprem olduğunu odada oğlum vardı bastım kucağıma, komşularımın çığlıkları gelmeye başladı. Oğlumla attım kendimi binanın dışına, ben dışarı adımımı atar atmaz, arkadan dokuz katlı bina çöktü gözümün önünde.
Evimin yok oluşunu izledim, adeta toz bulutu oldu. ben daha içeri girip Rabia’mı kurtaracaktım Rabia’m kaldı enkaz arasında…
Bir taraftan ağlıyorum bir taraftan oğlumu kurtardığıma şükrediyorum,
çıplak ayak ve pijamalarımızla sağanak yağmurun altında bekledik.
Sarsıntı geçince koştum Rabia’mı bulmaya, enkazdan ha bire battaniyeye sarılmış onlarca ceset çıkıyor, bakıyorum o değil, bakıyorum o değil, Yarabbim diyorum şükür Rabia değil!
Saatler sonra Rabia’m da geldi toz toprak içinde kahverengi bir battaniye arasında, yavrumu görünce akşamki arkasından duyduğum hüzün çöktü yine içime…
Rabia’m güzel kızım…
Kurtaramadım seni diye bağırdım.
Aradan saatler geçti ağladım ağladım, sonra oğlum geldi aklıma, meğer o da ağlıyormuş yanıbaşımda saatlerdir ablasına…
Ayaklarımız çıplaktı, sırılsıklam olmuştuk yağmurda, aldım evladımı, ateş yakmışlar bir kuytuya gittik yanlarına.
O gün bu acıyla yaşayamam dediğim her ne varsa yaşadım, yaşadığıma ölmediğime şükrettim, şükrettiğime utandım, Rabia’m a ağladım, sonra dedim ki herhalde Rabia’mın sorduğu acı eşiği mi bu deprem acısıymış meğer, Allah düşmanıma yaşatmasın.
Uzunca bir süre sessizlik oldu…
Ben kalktım, arkamdan seslendi. Rabia’m çayı çok severdi akşam çaya gel, dedi.
Bir şeyler düğümlendi boğazıma, konuşamadım, çıktım.
Anlattığım bu acı Kahramanmaraş’ta deprem felaketini yaşayan sadece bir ailenin acısı…
Geride daha resmî rakamlara göre 53 bin 537 canın, ya da o dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’a göre 130 bin canın acısı ve her acının bir hikayesi var.
Umarım milletçe bir daha böyle acılar yaşamayız ve canlarımızı toplu mezarlara kefensiz gömmeyiz.