Hani hep derler ya, “Nerede mi eski bayramlar?” Ben de bugün “Nerede o eski kutlama akşamları?” desem demode mi bilmiyorum ama eskiden onun tadı bir başkaymış. Eskiden derken çok eski de değil, belki bundan on beş, yirmi yıl önce…
İnsanlar, resimler, sevgiler, aşklar, evlilikler, şarkılar, hayvanlar, doğa, hatta çeşmeden içtiğimiz su bile…
Bugünkü teknolojik olaylarla hayatımıza pek çok yapay şey girdi: yapay zeka, sanal ortamlar, telefon, tablet… Evde bile aile üyeleri neredeyse oturduğu yerden ya da odadan uzakta mesajla iletişim kurar hale geldi. Yeni yüzyılın en büyük oyuncağı telefon ve sosyal paylaşım ağları…
Takipçi ve popülerlik sosyal medyada önem kazanıyor, kalabalık bir çevre hissi yaratılıyorsa da yalnızlığın hafiflemesi yerine artıyor.
Türk Dil Kurumu (TDK), 2024 yılı kelimesini ve veri tabanını belirlemek için yaklaşık bir milyon kişinin katıldığı bir anket yaptı. Sonuç: 2024 yılının “Kalabalık Yalnızlık.”
“Sadede gel” dediğinizi duyar gibiyim. Diyorum ki, günümüzde insanlar değerli artık olmayı değil, önemli yedi şeyleri ve yalnızca bir etikete sahip olmak uğruna mücadele ediyorlar. Para için! Çünkü zannediyorlar ki paran ve etiketin varsa önemin. Ama değerli değilsin…
Bugünlerdeyiz. 80'li ve 90'lı yılların yıllarını bir düşünün, nasıl da güzel.
Cep telefonumuz yoktu. O yıllarda eşimize, dostumuza, hatta ailemize telefon üzerinden bağlanmaz, yapay, kopyala, yapıştırılır mesaj atılmazdık. Simli simli kış fotoğraflarından oluşan renkli yılbaşı kartpostalları kırtasiye ve kitapçılarda yapıldı. Benim çok yaşadıklarım vardır bu kartpostallardan… Sevdiklerimize kısa, samimi, samimi bir şekilde inandıklarımıza yazar; Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperek bitirirdik yeni yıl kaldığımızı.
O geceleri dışarıda, dışarıda, içinde bulunande lüks değil; hep birlikte ailecek, akraba, konu komşular evde isterlerdi. Akşam yemeklerinde hindi ya da kestaneli pilavı pek çocukları ama annelerin özene bezene yaptığı yemek yenir, sonra doğru televizyon başına geçilirdi.
Bir yandan TRT'de sunulan özel programlar seyrederken diğer yandan tombala oynuyorduk. Hele bir de bakım oldu mu, “Birinci bakım, ikinci bakım!” diye bağırdı atardık.
Sobanın üzerinde kestaneler kızartılır, annelerin yaptığı pandispanyalar, kurabiyeler, elma ve armut kuruları, dut ve erik pestilleri (yazarken bile nasıl canım çekti!), cevizler, patlamış mısırlar ve tabii ki Washington portakalı eşliğinde çaylar içilirdi.
Orhan Boran ve Halit Kıvanç gibi ustalar ünlü performansları sahneye davet edilirdi. Zeki Müren'in büyülü sesiyle “Gitme sana muhtacım Gözümde nursun başımda tacım, muhtacım” şarkısını söylerken saatlerin 24.00'a yaklaştığını anlar, Zeki Müren'in yeni yıl mesajı ve ünlü dansöz Nesrin Topkapı'nın sahneye çıkmasıyla yeni yıla girerdik. Milli Piyango çekilişleri noter huzurunda yapılır, ertesi sabah erkenden gazeteler alınıp umutla bilet numaraları kontrol edilirdi. Küçük bir hayal bile insanın içini ısıtmaya yeterdi. insanların yalnızca yüzü değil, gözlerinin içi gülerdi.
O günleri hiç bilmeyen, o yılbaşıları hiç yaşamamış yeni nesil için çok üzülüyorum.
Şimdilerde Milli Piyango bileti bile almıyorum. Hatta piyango ve loto, Demirören'e devredildiğinden beri almıyorum. Zengin olma hayalimizi bile çalarlar.
Ülkenin gençleri, işçiler, işçileri, emeklileri, hatta küçük çocukları bile hep bir gelecek kaygısı içinde. Küçük çocukları okula gönderiyorsunuz, kanlı kefenli tiyatroyu izliyorlar. Komşuya emanet ediyorsun, tacize, tecavüze, istismara uğruyorlar. Eğitimli ya da eğitimsiz çalışma saatleri bezmiş durumda, yurtdışına atma planları yapıyorlar. Bazı sosyal medyada fenomen olma derdinde, çünkü karşılarında Dilan Polat gibi örnekler var. Kimisi maddi ve manevi içinde incinmenin derinliğinde, kimisi ise -bunu çok üzülerek durmak- batağında…
Uyuşturucunun yerinin eski ve yeni kız arkadaşını öldürüp ardından intihar eden bir gencin vahşetine tanık oldu.
Bazı özel hastanelerin yeni doğan yoğun bakım ünitelerinde, daha fazla para uğruna canımızı emanet ettiğimiz sağlıkçıların alabileceğini gördük.
Çalışmak zorunda olan bir annenin çocukları, derme çatma bir barakada yanarak ölüyorlar. Nefes, Peri, Aslan, Masal, Bulut… O küçük çocukları unutmak mümkün mü?
Ya annesi, abisi ve amcası tarafından katledilen, tüm köyde oluşan bu kötülüğe sessiz kalan Narin'i?
Hayvanlara eziyet eden belediye barınaklarını, doğa talanlarını temsil ediyor, adaletin üstün değil güçlünün yanında olduğu bir düzen hep birlikte gördük.
Yine de yeni yılda dostumuzu kaybetmeyelim.
Çocuklarımızın ve kadınlarımızın istismara uğradığı, gençlerimizin hayallerini gerçekleştirebildiği, hayvanların eziyet görmediği, doğanın betona boğulmadığı, gazetecilerin değil suçluların yargılandığı, üstünlerin değil adaletin üstün olduğu, savaşta değil liyakatın esas alındığı, çalışanların, emeklilerin, hayatta kalanların yaşayabildiği bir yıl.
Dilerim 2025, umutlarımızın katıldığı bir yıl olur.
Mutlu Yıllar.