Bugun...
SON DAKİKA

Cumhuriyet'in 100. Yılı, Kent ve İzmir

facebook-paylas
 Tarih: 14-11-2023 12:47:32

Cumhuriyet'in 100. Yılı, Kent ve İzmir

Engin Önen ile Söyleşi

 

Cumhuriyet'in 100. Yılı dolayısıyla Kent Sosyolojisi alanında önemli çalışmaları olan Sosyolog Engin Önen ile Cumhuriyet'in tarihsel gelişimi, kent - kültür politikaları, Cumhuriyet ve İzmir üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

 

İzmir.Art: Cumhuriyetin 100. Yılı’nı kutladığımız dönemde, bir sosyolog olarak 100. Yıla ilişkin neler söylersiniz? 100 yıllık cumhuriyet geçmişine dair sosyal, kültürel değerlendirmeleriniz nelerdir? Ve bugüne bakınca nasıl bir tablo ortaya çıkıyor?
Engin Önen: 
Bu çok geniş kapsamlı bir soru. Belli bir çerçeve içinde görüşlerimi ifade etmeye çalışayım. Yüzüncü yılında cumhuriyete bir başarı öyküsü olarak bakmak da mümkün, son dönemlerde islamcı iktidarlar yüzünden etkisizleştiğini söylemek de olanaklı. Bu aslında madalyonun iki yüzü. Ne tarafına baktığınıza bağlı. Cumhuriyete sadece bir yönetim biçimi olarak bakmak doğru değil. Türkiye’de yüz yıl önce ilan edilen cumhuriyet, bir modernleşme projesidir. Sadece yeni bir yönetim biçimi değil, yeni bir toplum ve yeni bir yaşama biçimine geçişi içermektedir. 

Türkiye modernleşmesi cumhuriyet ile başlamasa da, esas olarak ete kemiğe büründüğü, hız kazandığı ve bir proje olarak hayata geçtiği dönemdir. İlhan Tekeli hocamızın bu konuda, kullanışlı bir sınıflaması var: “Utangaç Modernite", "Radikal Modernite" ve "Popülist Modernite” şeklinde. Utangaç Modernite, cumhuriyet öncesi bazı reform girişimlerini tanımlamak için kullanılmıştır. Bu dönem modernleşmesi bazı yeni düzenlemeler içermekle birlikte, çok radikal ve kararlı dönüşümleri içermez. Ancak cumhuriyet ile gündeme gelen Radikal Modernite, geçmişten kopuş ve yeni bir inşayı içerir. Mustafa Kemal: “Efendiler, yarın cumhuriyeti ilan ediyoruz” dediğinde kastettiği şey, yeni bir yasa çıkarıp, “Ülkenin yönetim şekli cumhuriyettir” diyeceğiz anlamına gelmiyor; Yarından itibaren her şeyi değiştirmeye başlayacağız… Tabii bu ne yönetici kadroların ne de halkın talep ettiği bir şeydi. Bu nedenle de cumhuriyet ya da Türkiye Modernleşme Projesi tepeden inmeci, jakoben bir proje idi. Bu nedenle “Halka rağmen, halk için” ilkesi benimsenmişti. 

 

Modernleşmeyi talep eden ve ona öncülük edecek bir sınıfsal yapı yok. Geleneksel kırsal yapı egemen. Bu koşullarda üstten ve de zorla modernleşmenin sıkıntılarının olması kaçınılmazdır. 

Osmanlı’nın Utangaç Modernitesi içinde yetişen, iyi eğitim görmüş, yabancı dil bilen ve çok okuyan kadroların, saltanatı ve hilafeti kaldırılması, Osmanlı’dan kopuş anlamına geliyor. Devamı diyenler var ancak uluslaşma ve kurumların yapısındaki bazı değişimler, Medeni Kanun ve kadının konumu gibi konularda ciddi bir kopuş söz konusu. Bazı açılardan zaten Osmanlı’da başlayan Utangaç Modernite’nin devamı olarak görülebilir ama özellikle Mustafa Kemal, geçmiş ile hesaplaşan ve geçmişi reddeden bir yaklaşıma sahip. Bunun en önemli göstergelerinden biri, meşruiyeti bilimde aramaktır. Tek yol gösterici bilimdir ifadesinin içerdiği göndermeler, Osmanlı anlayışından ciddi kopuşu ifade etmektedir. 

Toplumu modernleştirme projesi çok radikal bir dizi reformu içermiştir bildiğimiz gibi. Harf Devrimi ve eğitim seferberliği, kılık kıyafet devrimi, laikliğin ilanı ve Medeni Kanun’un çıkarılması en önemli reformlar olarak akla gelmektedir. Bütün bunlar Batı toplumlarını model alarak gerçekleştiği için, Türkiye Cumhuriyeti önemli ölçüde Batılılaşma Hareketi olarak da tanımlanmıştır. 

Yasaların Batı’dan alınması, bilim ve teknolojiyi öne çıkarılarak, kurumsallaşma hep Batı'yı model alınarak tasarlanmıştır. Cumhuriyet, muasır medeniyet hedefine Batılılaşma ile ulaşmayı hedeflerken, bu konuda çeşitli tartışmalar da olmuştur şüphesiz. Bunun en bilinenlerinden biri, “Batının teknolojisini alalım ama kültürünü değil” itirazıdır. Japonya bu duruma buna örnek verilir sıkça. Teknolojide ilerlerken geleneklerini terk etmemiştir vb. Ancak cumhuriyetin kurucu iradesi bu ayrımı, yeni bir toplum inşası için uygun bulmaz. Çünkü gelenek ve dini kurumların niteliği, bilimsel ve teknolojik ilerlemeye engel olarak görülür. Yüzyıllar boyunca İslam Alemi ve Osmanlı’da kayda değer bilimsel ve teknolojik ilerleme veya buluşların olmaması buna bağlanır. Onun için başta harf devrimi olmak üzere eğitim seferberliği ve üniversite reformları da batı tipi tasarlanmıştır. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir…” sözü, bilim dışı rehberlikleri ortadan kaldırmaya yöneliktir. Bu yüzden bilimde, teknolojide, kültürde ve yönetimde toplum olarak modernleşme anlayışı benimsenir. Tabii ki kolay benimsenmez. Bırakın yüzde sekseni köylü olan ve yüzde onu bile okuma yazma bilmeyen toplumu, Kurtuluş Savaşı’nın öncü kadroları ve dolayısıyla cumhuriyetin kurucuları arasında bile bazı sıkıntılar yaşanmıştır. Bazı paşalar, Kurtuluş Savaşı sonunda işlerinin bittiğini düşünürler ama Mustafa Kemal için durum böyle değildir. 

Dokuz Eylül’den sonra İzmir’e girerken büyük bir mutluluk yaşayan Kurmay Heyeti'ne, Mustafa Kemal, “Bu akşam bir rakı masası kuralım” der. Rakı masasında sohbet sırasında, sürekli yanında bulunan Halide Edip Adıvar, Mustafa Kemal’e hitaben, “Çok şükür bugünleri de gördük, artık emekli oluruz. Bir çiftlik alıp emekli hayatı yaşarsınız değil mi?” deyince, Mustafa Kemal canı sıkkın bir şekilde: “Halide Hanım ne emekliliği, daha kavga yeni başlıyor. Bundan sonra birbirimizle kavga edeceğiz” karşılığını veriyor. Besbelli ki savaş sırasında ve cephede sadece kurtuluş gününü düşünmüyor. Savaştan sonraki proje için de epey zihni hazırlık yapmış Mustafa Kemal. Nitekim çok yıllar sonra bir röportajda, İsmet İnönü, Abdi İpekçi’ye, Atatürk’ün politik yönünün askeri tarafından daha üstün olduğunu söylemiştir.

Cumhuriyetin, toplumun sosyal ve kültürel yapısı gereği benimsenmesi çok kolay değildi. Bunları bir radikal modernleşme projesi olarak uygulamaya koymak da kolay değildi. Her ne kadar bu dönüşümlerin meşruiyetini bilimsellikle tanımlasa da, Atatürk’ün karizmatik özellikleri daha etkili olmuştur. Kurtuluş Savaşı önderi olması hem toplumda hem de cumhuriyet kadrolarında iknayı kolaylaştıran bir faktördü. Daha sonraki dönemde belli ölçüde koşulların da farklılığı nedeniyle İsmet İnönü aynı toplumsal desteğe sahip olamamıştır. 

Cumhuriyetin ilanı ve modernleşme yönündeki reformlarda karizmatik lider rolü hayati öneme sahiptir. 

Cumhuriyet/modernleşme donuk değil, dinamik bir olgudur. İlk dönem uygulamalarının birçok zorluğu olduğu şüphesiz. Bunların bir kısmı kaçınılmazdı, çünkü radikal dönüşümler dirençle karşılanır veya toplumda baskı olarak hissedilir. Ancak yaşanan sıkıntıların bir kısmı da, o dönem itibarıyla doğru kabul edilen bazı uygulamaların katılığından kaynaklanıyordu. 

Esprili bir şekilde dile getirilen ve adeta deyim haline gelen “Bayburt, Bayburt olalı böyle zulüm görmedi” sözünü hatırlamak gerekir. İnsanlara opera dinletince ifade edilmiş bir sözdü bu. Kılık kıyafet ve şapka devrimi de öyle. Yüzyıllardır alışkanlık haline gelmiş kıyafetler bir anda gericilik sembolü haline dönüşmüştü. Köylünün poşusu bile sorun oluşturuyordu. Çocukluğumda bunun pek çok örneğini yaşamışımdır. Köye baskın yapan jandarma komutanının en çok tepki gösterdiği şey, erkeklerin başındaki poşu olurdu. “Atın şu başınızdaki çaputları” diye azarlardı köylüleri. Kasabaya ya da şehre giderken köylüler, poşu takamaz veya ana yola çıkarken bir yere saklarlardı poşularını. Oysa bugün CHP’li milletvekili ve belediye başkanları köyleri ve bazı kasabaları başlarına poşu takarak ziyaret etmekte, mitinglerde mutlaka poşu kullanmaktadırlar. Bu uygulamaların çok çeşitli çelişkileri de vardı. Çünkü uygulayıcılar dönemin koşulları içinde bu konuda hiçbir esnekliğe izin vermek istemiyorlardı. Örneğin Aşık Veysel’in sazını gericilik sembolü olarak kıran jandarma da, ona Köy Enstitüleri’nde eğitmenlik görevi veren irade de cumhuriyet adına bunları yapıyordu.

Cumhuriyetin radikal modernleşme tarzı tek parti döneminde önemli ölçüde sürdürülmeye çalışıldı. Ancak daha sonra çok partili hayata geçildikten sonra DP ve devamında, popülist modernleşme aşamasına geçildi. Meşruiyetini seçmenden alan iktidar, bir süredir radikal modernleşmeyi baskı olarak hisseden kesimlerin desteğini alarak iktidara geldi. “Yeter, söz milletin” sloganı bunu çok iyi açıklamaktadır. Yeter denen şeyin ne olduğu belli. “Yeter” sözünden de “millet” den de kastedilen çok açıktı. Artık haksızlığa uğramış, jandarma baskısı altında inlemiş köylüler ve laiklik baskısı ile inancına yeterince sahip çıkamayan kitleler kendi temsilcilerini iktidara getiriyorlardı. 

Popülist modernleşmenin en önemli temsilcilerinden olan Adnan Menderes’in seçmenlere hitaben: “Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz” sözü, hem rövanşist hem de popülist bir mesajdı. Daha sonraki dönemlerde 1980’lere kadar cumhuriyet, önemli ölçüde popülist modernleşme tarzında devam etti. Eski katılığı yoktu ama temel kurumlarla varlığını sürdürüyordu. Özellikle ordu bunların başında geliyordu. Ve cumhuriyetin kurucu kurumu olarak ordu, kurum olarak ülkeyi dış düşmanlara karşı savunmak kadar, iç düşman tanımına da sahipti. Bu anlayışın ürünü olarak cumhuriyeti tehlike altında gördüğü dönemlerde darbeler yapmış, muhtıralar vermiştir.  

Doksanlı yıllardan itibaren küreselleşmenin de etkileri ile yeni bir dönem başladı. Kimliklerin yükseldiği bu dönem, bir ulus devlet yaratma çabasını da içeren cumhuriyeti doğrudan etkilemeye başladı. Özellikle dil ve kültürel haklara dayanan talepler tüm dünyada yükselmeye başladığı gibi, Türkiye’de de motive olmaya başladı. 

Cumhuriyetin, modern bir toplum tanımı içinde modern kurumlar ve hayat gibi uluslaşma da yer alıyordu. Muasır dünya ulus devletlerden oluşuyordu. Ancak bu uluslaşma, ulusa dayanmaktan ziyade, imparatorluk bakiyesi topluluklarından bir ulus yaratmaya yönelikti. Kürtler başta olmak üzere Balkan Savaşları ve mübadele ile Anadolu’ya gelenler gibi, ana dili Türkçe olmayan topluluklar vardı. Bu realiteye rağmen cumhuriyet, Türkçe’yi sadece resmi dil olarak değil, sosyal hayatın her alanında kullanılması gereken dil olarak tasarlamıştı. Eğitim ve yazı dili tek idi. Din için de aynı durum söz konusu idi. Çok farklı dini yorum ve mezhepler olduğu halde sadece Sünni İslam resmi din haline dönüştürülmüştü. Diyanet aracılığıyla devletin içine alınan bu din uygulaması ile sivil alandaki tarikatları tasfiye etmeyi hedefliyordu. Bu uygulamanın diğer cephesinde Aleviliği yok saymak söz konusu idi. Tüm bu çelişkili ve zorlu uygulamalar ve değişen dünya ortamında Kürt hareketi ve Siyasal İslamcılık yükselmeye başladı. Temsili demokrasinin sağladığı olanakla Siyasal İslam kademe kademe iktidara geldi ve iktidara gelmekle kalmayıp, cumhuriyetin bazı uygulamalarına son verdi. İktidar hedeflerine uygun olarak islamcılığı destekleyen uygulamalar yaygınlaştı ve bu esnada cumhuriyeti ya da modernleşmeyi tehdit altında gören kesimlerin tepkileri de yükselmeye başladı. Bu defa ordu değil ama belli ölçüde darbe özlemi içindeki ama belli ölçüde de sivil tepkiler oluştu. Cumhuriyet mitingleri ve diğer bazı eylemlerde bu net olarak görüldü. “Endişeli Modernler” diye anılan bu kesimlerin hassasiyeti önce başörtüsü ile başladı, daha sonra imam hatiplerin artışı ve diyanet işlerinin imtiyazları ile devam etti. Bir süredir de devlet kurumlarında yerleşen islamcı cemaatlerle sürmektedir. 

Endişeli modernlerin önemli bir bölümü popülist modernleşme dönemlerinde merkez sağ partilere yönelirken, iktidara AKP ve Erdoğan’ın yerleşmesi ile cumhuriyet ve modernleşmenin/laikliğin savunucusu olarak algılanan CHP’ye meyletmeye başlamıştır. Modern orta sınıfların yoğun bulunduğu metropol semtlerinde CHP’nin rekor oy desteği alması bunun ürünü olarak durmaktadır. 

Modernleşme ve dolayısıyla cumhuriyet projesinin tehdit altında algılanmasının haklı gerekçeleri bulunmakla birlikte endişeli modernlerin veya siyasetçilerin donuk bir cumhuriyet anlayışına sahip olmaları da bu alanda kutuplaşmayı destekleyici bir rol oynamaktadır. Donuk cumhuriyet anlayışı, modernleşmeyi yüz yıl öncesinin koşullarında görmektedir. Onun çağın şartlarına göre dönüşebilme kapasitesi pek hesaba katılmamaktadır. Bütün bunlar Erdoğan iktidarının cumhuriyet karşıtı girişim ve uygulamalarını yok saymayı gerektirmez ancak daha dinamik bir cumhuriyet tanımlaması, bazı dönüşümleri kolaylaştırabilir. Mesela üniversitelere başörtüsü ile girilmesi bugün artık cumhuriyeti tehdit eden bir uygulama olarak görülmemektedir. Öte yandan da hiçbir islamcı veya geleneksel hayat tarzı sürdüren kadının da şeriat hukukuna göre mirası kabul etmesi beklenemez herhalde. 

Bugünkü koşullarda hiçbirimiz köylülerin başındaki poşu ile uğraşan ve Aşık Veysel’in sazını kıran jandarmayı cumhuriyetin koruyucusu olarak görmeyiz. Öte yandan Kürtçe bir şarkı da Ahmet Kaya’nın linç edilemeye çalışıldığı dönemdeki kadar tepki görmeyecektir. 

Cumhuriyetin her şeye rağmen dinamik bir yapı olarak değişip dönüştüğü ve varlığını böylelikle sürdürebileceği hesaba katılmalıdır. Erdoğan iktidarının dinci kurumlara desteği ve eğitimde modernleşemeden uzaklaşma hamleleri önemli tehditlerdir. Tamamen başarılı olmasa da modernite karşıtı kültürel iklimi besleyici etkiler yapmaktadır. Ancak buna karşı olan endişeli modernlerin (bu tanım içinde partileri, yazarları, gazetecileri, eğitimcileri ve benzerlerini düşünmemiz lazım) en önemli handikabı savunma biçimlerinde görülüyor. Cumhuriyeti donuk bir manzume olarak algıladıkları için onu geliştirmekten ziyade geçmişe dönük referanslarla savunmada ısrar etmeleridir. Cumhuriyet denince Atatürk’ün ölümüne kadarki dönem akla geliyor. Orada donduruluyor adeta. Az önce bazı örneklerde hatırlattığımız gibi, Aşık Veysel’in sazını kıran da, onu Köy Enstitüleri’nde eğitmen yapan da aynı cumhuriyet. Poşuyu gericilik olarak gören de daha sonra bunu folklorik bir aksesuara dönüştüren de aynı cumhuriyet. 

Siyasal İslamcılığın ve Kürt hareketinin yükselişi ile birlikte, endişeli modernlerin yeni bir söz söylemekten ziyade geçmişe kapanmaları, cumhuriyeti donuklaştırmakta ve doğal olarak kırılgan hale getirmektedir. Bu önemli ölçüde yeni ve gelecek tasarımı üretememekten kaynaklanmaktadır. Son 25-30 yıldır endişeli modernlerin slogan ve şarkı sözlerinde bu net olarak görülmektedir. Uzun yıllar 10. Yıl Marşı, İstiklal Marşı’ndan daha çok söylenir olmuştu. Son dönemlerde ise popüler olan marş ise İzmir Marşı. Kurtuluş Savaşı ve cumhuriyetin ilk yıllarındaki başarılar ile coşup, teselli bulmak… 

Yine donuk bir cumhuriyet algısının diğer bir örneği, bugün çok farklı bir çağda ve tamamen farklı bir dünyada yaşamamıza rağmen, bu kesimin eğitim söz konusu oldukça sürekli Köy Enstitüleri’ni gündeme getirmesidir. Bu da geçmişe dönük ve donuk bir anlayıştır. Yeni bir toplum tasarımı ve gelecek önerisi olmayınca geçmişe yaslanma hem siyasette hem de kültürel alanda çok başat durumda. Bunu veciz ifadelerinden biri de Sanatçı Mahzuni’nin “Mavi Gözlüm, Sarı saçlım” şarkısında dile getirilmektedir. “Sarı Saçlım mavi Gözlüm, Bir Daha Çık Samsun’da… Kara çarşaf yakışmıyor kullara…Nerdesin, Nerde…”

İzmir.Art: Cumhuriyet’in eğitim, kültür, sanat politikalarına dair neler söylersiniz? Özellikle erken dönem cumhuriyetin kültür politikalarını düşününce Köy Enstitüleri, Hasan Ali Yücel’in çalışmaları üzerine düşünceleriniz nelerdir?
Engin Önen:
 Cumhuriyet hemen her alanda seferberlik ilan ediyor. Burjuva sınıfı yok, sanayisi yok, eğitim kurumları ve sağlık kurumları çok yetersiz. Sağlık alanında Hıfzıssıhha Enstitüsü, veremle savaş dernekleri, Sıtma ile savaş, Refik Saydam Enstitüsü vb. Bunlar ile salgın hastalıklara karşı çok ciddi başarılar elde ediliyor. Aşı araştırmaları vb. o zaman başlıyor.  

Kamu İktisadi Teşkilatları başlı başına bir başarıdır. Etibank’tan Sümerbank’a kadar ülkenin her yerinde sanayi tesisi ve üretimi mevcut. Tamam da cumhuriyet sadece bu kurumlarla ayakta duramazdı. Yurttaş yetiştirme sorunu çok önemliydi. Çünkü köylü toplumu oldukça ilkel koşullarda üretim yapıyor ve yaşamını geleneklerin etkisiyle yönlendiriyordu. Bilhassa kadının durumu bu geleneksel yapı içinde hiç de cumhuriyetin hedeflediği konumda değildi. 

Yıllar önceydi, sanırım 2000 yılı olabilir, Altan Öymen, CHP Genel Başkanı iken, parti içi eğitim çalışmalarında bir şekilde ben de görev üstlenmiştim. Benimle birlikte ilçe ilçe gezip parti üyelerine eğitim veren akademisyenler ve emekli öğretmenler vardı. Bir arkadaşımız cumhuriyeti anlatırken sık sık şöyle bir örnek veriyordu: “28 Ekim akşamı kul olarak yatanlar, 29 Ekim sabahına yurttaş olarak uyanmışlardı.” Böyle bir şey olabilir mi? İnsan böyle bir varlık mıdır? Hayır, tabii ki. Hiç kimse bir şey olarak yatıp, başka bir şey olarak kalkamaz. Hele hele yurttaş olmayı böyle tanımlamak çok akıl dışı bir şey. Bu anlamda eğitim reformu ve seferberliği hayati önemdeydi. Hem büyük çoğunluğu köylülerden oluşan ve okuma bilmeyen bir toplum hem de ana dili farklılıklar içeren bir toplumdan ulus yaratılamayacağı açıktı. Cumhuriyetin eğitim seferberliğinde köylerin öne çıkması kaçınılmazdı. Hem nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturuyorlar hem de okuma yazma düzeyi yok denecek kadar düşüktü. Okuyabilen çok az kesim ise Latin Alfabesi’nden habersizdi.

Köy Enstitüleri, cumhuriyetin oldukça özgün projelerinden biridir. Köyden alınan yoksul köylü çocuklarını eğitip, yine köylere göndererek eğitim seferberliğini gerçekleştirmek. Köy Enstitüleri’ndeki eğitim hem köyün ve tarımın ihtiyaçlarını dikkate alan hem de aydın fikirlerle adeta cumhuriyet için misyonerler yetiştirmeye yönelikti. Geleneğe karşı modern bir karşı çıkıştı. Hem üretim alanında modernleşmeyi hedefliyor hem de yüzyıllardır gelenek ile şekillenmiş zihniyet yapılarını dönüştürmeyi öngörüyordu. Öte yandan bu köylü çocuklarına toplumsal hareketlilik bakımından şans verme olarak da önemlidir. Köylü çocuğu öğretmen/devlet memuru oluyordu. Yoksulluğa karşı bir çözümdü aynı zamanda ama öte yandan kadın erkek ayrımı yapmıyordu. Kız çocuğunu okula gönderme fikri o zaman için kolay hayal edilebilecek bir tutum değildi. Yoksul köylü çocuğuna ve de kız çocuğuna verilen bu fırsat onları cumhuriyete minnettar kişiler haline getirdiği gibi, aldıkları eğitimle köylere adeta birer cumhuriyet misyoneri olarak dönüyorlardı. Ancak zamanla iki güçlükle karşılaştı bu eğitim kurumları. Birincisi, geleneğin etkili olduğu köylerde belli kesimleri rahatsız ediyordu. Toprak ağaları bundan rahatsızdı bir de gelenekçiler, kızlar ile erkeklerin aynı okullarda okumasını kabullenemiyorlardı. Bu nedenle İsmet İnönü döneminde kapatılmaları konusunda yoğun baskılar yapılıyordu. İkinci sorun modernitenin paradoksuydu belki de. Köyden alıp öğretmen yetiştirilen çocukların kente gitmesi, yirmi yıllık zorunlu köy hizmeti ile engelleniyordu. Oysa Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerin büyük bölümü bir süre sonra kentlere gitmek istiyorlardı. Modernitenin yeri kentti ve köy itici, kent çekiciydi. Köy Enstitüleri’ni zorlayan diğer bir faktör de bu olmuştur. Hasan Ali Yücel’in bakanlığı döneminde Köy Enstitüleri ile birlikte yoğun bir tercüme kampanyası yürütülmüştür. batılı yazar ve düşünürlerin çok sayıda kitabı Türkçe’ye çevrilmiş, okullar ve kütüphanelerde bunlar yaygın şekilde okurlara ulaşmıştır.  

İzmir.Art: Kent Sosyolojisi üzerine önemli çalışmalarınız mevcut. “Kent, Çevre ve Yerel Yönetimler Üzerine Yazılar” başlıklı bir kitabınız da yayınlandı. Bu kitap ve çalışmalarınız doğrultusunda cumhuriyetin erken döneminden günümüze kent politikaları hakkında kısaca neler söylersiniz? Kent politikaları konusunda kazanımlar nelerdir?
Engin Önen:
 Cumhuriyetin ilk dönemi yani radikal modernleşme dönemi, modernitenin bakışı ile kent politikalarının başladığı dönem sayılabilir. Başkent Ankara’da ilk şehir planlaması, batılı şehir plancılarına yaptırılmıştır. Bu dönemde şehir planlaması önemli ölçüde kamusal alanları öne çıkaracak bir planlama anlayışına dayanıyordu. Şehirlerde eskiden kalan görkemli binaların çoğu eğitim, sağlık ve diğer kamu binalarına dönüştürüldüğü gibi, Ankara’da başkent için ihtiyaç duyulan binalar da hep modern mimari tarzda yapılmıştır. Genellikle de bunlar batıdan getirilen plancılar tarafından çizilmiştir.

Ankara’da olduğu gibi İzmir’de de cumhuriyet, kentin kamusal mekanlarına ağırlık vermiştir. Bugün halen tartışma konusu olan ve korunması konusunda endişelere yol açan Kültürpark, İzmir’de cumhuriyetin en önemli kentsel mirası konumundadır. Behçet Uz, döneminde yangın yerine gerçekleştirilen bu projenin adının Kültürpark olması da hayli ilginç değil mi? Hem park ama hem de kültür. Şimdiki Millet Bahçesi konsepti ile ilgisi yok. 

Meydanlar, parklar hep şehir merkezlerinde ve yurttaş mekânı olarak düşünülmüştür. Cumhuriyet dönemi şehir plancılığı ve yerel yönetim anlayışı, arsa üretmeye yönelik değil, kamu alanı üretmeye yönelik bir anlayışa dayanıyordu. İzmir örneğinde bakalım, Arkeoloji Müzesi, eski devlet hastanesi, Milli Kütüphane, Hükümet Binası, Osmanlı Bankası, İzmir Ticaret Borsası diye takip edince müthiş bir mimari hat ortaya çıkıyor. Bunların büyük bölümü Osmanlı döneminden kalma. Ancak daha sonra hiç de modern şehircilik ilkelerine uymayacak şekilde popülist modernite döneminde bunların yanına önüne arkasına bir sürü bina, iş hanı ve çok katlı otopark yapıldı. Aynı şeyi Agora Bölgesi için de söyleyebiliriz. 

Popülist modernite dönemi, planı küçümseyen ve kamu alanından ziyade arsayı hedefleyen bir anlayışa sahipti. Bu yüzden Menderes veya Demirel’in sözü sanırım: “Millet plan değil, pilav istiyor”. Yaklaşım bu olmuştur. 

İzmir’de Konak Meydanı’na, AVM inşaatı girişimi de yine bu kapsamda değerlendirilebilir.

Öte yandan şehir planları ve mekâna kültürel miras olarak bakma anlayışının sorunlu uygulamalarla karşılaştığını söyleyebiliriz. İzmir gibi birçok, çok kültürlü şehir, doğal olarak bu çok kültürlülüğü yansıtan mekanlara sahip olacaktır. Bugün halen mimari izler takip edilerek bu görülebilir mi, elbette görülebilir. Rum, Ermeni, Yahudi ve Levanten evleri ve kiliseler gibi. İzmir’de Alsancak’tan Üçkuyular’a kadar sahil bandının apartmanlaşması ve adeta yalı ve köşklerin feda edilmesi doğru bir şehirleşme anlayışı değildir. Çin Seddi gibi adeta şehirle denizin ilişkisini kesen ve ayrıca farklı kültürel mimari özellikleri olan köşk ve yalıları ortadan kaldıran bir şehircilik, şehri kimliksiz kılma çabası olabilir. Yine hem erken Cumhuriyet hem daha sonraki dönemde şehrin önceki dönem kültürel izlerini taşıyan pek çok bina yıkılmış veya yıktırılmasına göz yumulmuştur. Örneğin Narlıdere’de biri oldukça görkemli olmak üzere üç kilise ellili yıllarda yıkılmıştır. 

Öğrenciliğim döneminde Bornova Meydanı'nda ince uzun bir iş hanı vardı. Onun niçin yapıldığını bilmiyordum ama tuhaf bir yapısı vardı. Sonra yıkılınca arkasındaki kiliseyi örtmek için yapıldığını anladık. 

İzmir eski Belediye Başkanlarından Osman Kibar’ın lakabı, “Asfalt Osman” idi. Bununla öğünüyordu. Kente yol ve asfalt olarak bakmak. Onun döneminde Alsancak ve Güzelyalı bölgesi apartman seddi ile çevrelendi. 

Ancak parti farkı olmaksızın kente benzer bir bakış söz konusu olmuştur popülist modernleşme döneminde. cumhuriyetin kamucu kent yönetim anlayışı terk edilmiştir. Birkaç örnek verelim. CHP’li Belediye Başkanı İhsan Alyanak, birkaç kez yol ve cadde projelerinde kilise yıkmaya kalkmış bir başkan olarak tarihe geçti. Yine Kemeraltı konusunda ısrarla, Konak’tan Mezarlıkbaşı’na kadar bir cadde yapma ısrarı vardı. Aklından geçeni anlatırken, kepçeyle Konak’tan başlayıp Mezarlıkbaşı’ndan çıkacağım diyordu. Yüksel Çakmur da Konak Meydanı’na Galeria iş merkezi projesi yaptığında, meslek odaları davası ile durdurulabildi. Yıllar sonra CHP Konak Belediye Başkan adayı olup, sonra adaylığı evrak sorunu nedeniyle düşen Kemal Karataş da, Alyanak’ı hatırlatır ama onu da aşan bir anlayışla Şanzelize projesini kamuoyu ile paylaşmıştı. Buna göre Konak Meydanı'ndaki Hükümet Konağı, cami ve Saat Kulesi başka bir yere taşınacak, burası Paris’in Şanzelize Meydanı gibi inşa edilecekti. Yani İzmir’in ve Kurtuluş’un simgesi Hükümet Konağı taşınacaktı. Neyse ki bu çılgın projeler gerçekleşmedi. 

Uzunca bir süredir cumhuriyetin benimsediği kamucu şehircilik anlayışından, parti ayrımı olmaksızın uzaklaşıldığı kanaatindeyim. Şehir artık kamu mekanlarından çok AVM ve rezidansların hükmettiği bir yer olmaya başladı. Yani sermayenin şekillendirdiği bir yapılaşma söz konusu. Manuel Castels’in tabiri ile “Gökdelenler, kapitalizmin katedralleridir.”   

İzmir.Art: Cumhuriyet, kent ve kültür bağlamında, İzmir hangi noktada duruyor? İzmir’in coğrafi, tarihsel, kültürel özgünlüğü ve cumhuriyetin kültür politikaları arasındaki etkileşimin sürekliliği günümüzde ne durumda sizce? İzmir’in özgünlüğüne dair fikirlerinizi almak isteriz. 
Engin Önen: 
Cumhuriyetin kent kültürü modern kültür. Batılı kültür bir bakıma. Opera, balolar, tiyatro hep ön planda. Kentli yurttaş, sanatla ve kültür ile haşır neşir olan kişi. Cumhuriyette, modernleşmeci anlayışın en net görüldüğü alan bu. Kadınların da sosyal hayata karıştığı, sanat ve kültür olaylarında kendini gösterdiği bir ortam yaratmak en önemli hedefler arasında. Devlet Tiyatroları, opera binaları ve kütüphaneler en önemli kentsel mekanlar arasındadır. Üniversite reformunda mesela, kültür üniversitesi vurgusu öne çıkar. Kültürü konu edinen bilimler beklentisiyle Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi kurulmuştur. Alman faşizminden kaçan bilim adamlarına kucak açılması da yetenekli çocukları bilim, sanat eğitimi için yurt dışına gönderilmesi de aynı anlayışın ürünüdür. Toplumun bilim, kültür ve sanatla modernleşeceği beklentisi yani. Bu atmosfer İzmir’den de çok sayıda ülke ve dünya çapında kültür insanlarının çıkmasına yardımcı olmuştur. İzmir Kız Lisesi’nden ülkenin ilk kadın profesörleri yetişmiştir. Atatürk Lisesi’nden de ona keza önemli bilim insanları çıkmıştır. Ancak bilim, kültür ve sanatın piyasalaştığı günümüz dünyasında İzmir, bu alanda yetiştirdiği değerleri tutma şansına sahip olamamaktadır. Pek çok alanda olduğu gibi İstanbul, bir kara delik gibi her nitelikli unsuru kendine çekmektedir. Bir de cumhuriyeti savunmak ile İslamcılık arasındaki siyasi mücadeleyi kültürel çatışma olarak okumak da mümkündür. Çatışmacı bir yaklaşımla bakıldığında bu iki akım birbirini yok etmeye çalışmıştır ve bu çaba halen devam etmektedir. Radikal Modernite olarak cumhuriyet, İslamcı geleneği etkisizleştirerek çağdaş bir toplum yaratma peşindeydi. Yükselen ve iktidar olan islamcı anlayış da aynı şekilde cumhuriyet modernleşmesini geriletme ve kazanımlarını ortadan kaldırma peşinde bazı düzenlemeler yapmaktadır. Ancak ne cumhuriyet ve “Radikal Modernite” geleneksel olanı ortadan kaldırabilmiştir ne de islamcı “İktidar Modernite” ve cumhuriyetin kazanımlarını tamamen yok edebilmiştir. Başörtülü öğrencilerimiz de doktorlarımız da var ama kız erkek aynı okulda okumak da son bulmayacak, başörtülü kadın bir hekim de ben erkek hasta muayene etmem diyemeyecek. İstisna olabilir ama bunu gündelik yaşamda yaygın bir şekilde gözlemleyebiliyoruz. Mesela İzmir’de memnuniyetle gözlemliyorum ki, belediye otobüslerinde kadın şoförler var. Şimdi islamcı bir erkek veya başörtülü bir kadın, ben bu otobüse binmem mi diyecek. Belki birkaç kişi ama bu süreç böyle devam edecek.

İzmir.Art: Cumhuriyetin kazanımlarına baktığımızda, merkez – çevre ilişkisi bağlamında, kentlerdeki sosyal – kültürel gelişmeyi değerlendirebilir misiniz?  Örneğin merkezdeki gelişmeler ilçelere nasıl yansıdı?
Engin Önen:
 Buradaki merkez çevre kavramlaştırmasını şehir merkezi ile çevresi gibi algılıyorum. Ona göre değerlendirmeye çalışacağım. İzmir’in tarihsel hafızasında Kurtuluş Savaşı zaferi derin bir izdir. İzmirlilerin büyük bölümü için bu gurur kaynağıdır. Ancak mesele bununla sınırlı değildir. İzmir, cumhuriyet ve dolayısıyla modernite konusunda diğer birçok şehirden daha duyarlı refleksler göstermektedir. Bunu çok yüceltmek ve çok abartmak bazı değerlendirme sorunlarına yol açabilir. Çünkü Türkiye Modernleşmesi pekâlâ aşırı milliyetçi ve baskıcı bir laiklik anlayışını da içerebilir. Nasıl ki İslamcı bazı çevreler için, İzmir, “Gavur İzmir” nitelemesini hakkediyorsa, aşırı ulusalcı bir bakışla da dindar ve Kürt düşmanlığına varan yaklaşımlara da uygun iklime yol açabilir. İzmir’in farkı, tarihsel olduğu kadar sosyolojik yapısının farklılığından kaynaklanır. Tabii ki bu sosyolojide coğrafi faktörü de ihmal etmemek gerekir. Çok kültürlü bir geçmiş önemli bir toplumsal hafıza avantajıdır. Gavur İzmir tanımı belli ölçüde bunun ürünü de olabilir. İzmir’de diğer metropoller gibi yoğun göç dalgaları ile yapı değiştirmiştir. İlk önce Balkan göçleri sayılmalı. Bu önemli bir farklılık. Muhacir ve mübadiller arasında muhafazakarlık yaygın olsa da belli ölçüde batı kültürüne aşina topluluklar olduğu söylenebilir. Bunların arasında Atatürk sevgisi de oldukça yaygındır. Zorunlu göç sonrası kendilerine yeni bir vatan veren kişidir onlar için Atatürk. Öte yandan kılık kıyafetten, inanca ve kadının konumundan diğer bazı değişkenlere yatkınlıkları diğer göçle gelenlere göre daha elverişli olabilir. İzmir de yine diğer metropoller gibi, kitlesel Doğu ve Güneydoğu’dan göçler almıştır. Bu göçler hem zaman farkı hem de fiziki ve sosyal mesafe açısından mübadil göçünden uyumu daha zor olan bir göç türüydü. Nitekim şehirde etnik ve mezhepsel dayanışma ağlarının yaygınlaşmasına neden oldu. Ankara’da ve İstanbul’da olduğu gibi. Ancak son dönem kitlesel göçlerde İzmir, diğer metropollerden farklı olarak, fiziki ve sosyal mesafe açısından daha yakın yerlerden daha fazla göç almaktadır. Örneğin İzmir’de İstanbul, Aydın ve Manisa doğumlular bir hayli fazladır. Bu da İzmir’e uyum sürecini kolaylaştıran bir etkendir. 

İzmir, geleni kendine benzetir sözü biraz efsanedir. Biraz da gerçektir. Efsanedir, gelenler İzmir’in yerel yönetiminde ve siyasetinde baskındır ve bunu İzmirli olarak değil, hemşerilik ile mezhep dayanışması sayesinde kazanmaktadırlar. Kent yönetiminde ve belediye meclislerinde bu pre-modern ilişki ağları oldukça baskındır. Gerçektir, İzmir’in sosyal hayatı ve coğrafi olanakları modern hayata daha elverişlidir. Karasal bir şehir değildir İzmir. Hemen çevresinde dört beş tane sahil ilçesi vardır ve bunlar daha rahat ve melez hayat tarzına imkân tanımaktadır. Dikili’den, Foça’ya, Urla’dan Çeşme ve Karaburun’a, hatta Seferihisar’dan Gümüldür’e kadar uzanan sahil bandı hem tatil yaşamı hem metropol dışı hayata olanak tanımaktadır. Orta sınıf İzmirliler yılın üç dört ayında İzmir’in sahillerine göçerler. Hatta Kuşadası bile bu açıdan İzmir’den çok İzmir’in sahil ilçesi gibidir. İzmir, aslında çok özel bir şehir. Merkezi, sahili, tarım alanları gibi çok farklı yerleşimleri içinde barındırmaktadır. Bir saat içinde sahilde, bir saat içinde kar merkezinde (Bozdağ) olabileceğiniz bir şehir. İçinde çok sayıda İyon kentini barındıran bir şehir. İzmir cumhuriyet öncesinde Anadolu’nun en önemli ticaret ve liman kentlerinden biriydi. Bu nedenle levanten kentiydi aynı zamanda. Küreselleşme sonrası ise ticaret ve pazarlama teknikleri aracıların önemli bir bölümünü işlevsiz bıraktığı için Denizli, Aydın ve Manisa gibi çok önemli ihracat ürünü üreticisi şehirler, dünyaya ürünlerini doğrudan pazarlamaya başladılar. Bunlar ekonomik alanda gerçekleşen dönüşümler. İzmir’in daha önce sözünü ettiğimiz değişkenlere bağlı olarak cumhuriyet ve moderniteye daha duyarlı bir şehir olması çevresindeki ilçelere de belli ölçüde domino etkisi yapmaktadır. Çünkü İzmir’in çevre ilçeleri İzmir ile doğrudan ve yoğun ilişki içerisindedir. Ancak her bir ilçenin ekonomik, sosyal ve coğrafi yapısı da bu etkileşimin daha yoğun veya daha zayıf olmasına etki edebilmektedir. Sahil ilçeleri zaten turizm nedeniyle, daha modern bir eğilime yatkındırlar. Kemalpaşa gibi bazı ilçeler yoğun doğu göçü aldığı için farklı bir özellik taşıyabilmektedir. Ancak yine de İzmir’e fiziki ve sosyal mesafesinin yakınlığı nedeniyle cumhuriyetiin kazanımları konusunda pozitif yönde etkilenebilmektedir. Bergama gibi tarikat örgütlenmesinin yoğun olduğu bazı ilçeler de farklı duyarlılıklar gözükse de hiçbir ilçeyi toptan olarak cumhuriyet karşıtı veya cumhuriyet taraftarı diye niteleyemeyiz.  

İzmir.Art: Cumhuriyetin birikimlerinin gelecek kuşaklara aktarılması için nasıl bir yol izlenmeli? Sosyoloji bize bu konuda neler söyler?
Engin Önen: 
Cumhuriyetin birikimlerini gündelik hayatta görmek mümkündür. Özellikle kadınların sosyal konumu dikkate alındığında bu daha açık görülmektedir. Ayrıca eğitimden siyasete kadar birçok alanda, yıpratıcı çabalar sürse de, çağın ve dünyanın gerçeklerinin de katkısı ile bu kazanımların tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir. Bilimsel faaliyetler durdurulabilir mi? Kültür sanat faaliyetleri ortadan kaldırılabilir mi? Heykel ve resim yasaklanabilir mi? Kadının eğitimi engellenebilir ve bazı islam ülkelerinde olduğu gibi araç kullanması yasaklanabilir mi? Mirastan erkekten daha az pay alması gündeme gelebilir mi? Tersinden de düşünelim. Başörtüsü ile okula gitmek yasaklanabilir mi? Kürtçe türkü söylemek suç olabilir mi? 

O zaman cumhuriyeti donuk bir olgu olarak değil de dinamik bir sosyal, siyasal ve kültürel süreç olarak algılamak lazım. Öte yandan birlikte yaşamanın en ideal yolunun bir kültürel çatışma değil de bir diyalog olduğunu öne çıkarmakta yarar bulunmaktadır. Katı bir kültür olarak algılandığında, cumhuriyet otoriter bir rejime dönüşmektedir. Oysaki melez bir kültür bir arada yaşamayı kolaylaştırabilir. Bu cumhuriyetten taviz vermek değildir. Tersine cumhuriyetin başarısıdır. Mesela başörtülü bir öğretmenin erkek öğrencilere eğitim vermesi, İslamcı bir durum mudur yoksa modern bir durum mudur? Yine başörtülü bir hekimin erkek hastaları muayene etmesi de aynı şekilde düşünülebilir. Bu modern bir durumdur ve cumhuriyetin kazanımıdır. Bu saatten sonra hangi islamcı kadın şeriat hukukuna göre mirastan pay almak ister?

Kadın Milli Voleybol Takımı'nın en popüler sporcularından Zehra Güneş, oldukça modern bir insan ve cumhuriyetçi bir düşünceye sahip. Ne o başörtülü annesinden rahatsız ne de başörtülü anne onun mayo ile olan görüntülerinden rahatsız. Melek Mosso, oldukça dekolte kıyafetlerle sahneye çıkan bir şarkıcı. Yine böyle bir kıyafetle sahneye çıktığında annesini de davet etti. Başörtülü annesi ile birbirine sarılarak türkü söylediler. Bunlar çoğaltılabilir ve hafife alınmamalı. Melez kültür dediğimiz biraz da bu. Bu sahayı güçlendirmek lazım. Gelenek deyince sadece şeriat hukuku akla gelmemeli. Gelenek her zaman moderniteyi tehdit eden bir unsur olmadığı gibi modernite de sadece geleneği ortadan kaldırmakla ilerleyecek bir olgu değildir.  

(İzmirArt)


  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  DİĞER GÜNDEM Haberleri
  HABER ARŞİVİ
  HAVA DURUMU
PUAN DURUMU
Takım O G M B A Y P AV
1 Galatasaray 36 28 4 4 83 27 88 +56
2 Fenerbahçe 36 25 6 5 87 42 80 +45
3 Beşiktaş 36 23 4 9 78 36 78 +42
4 Adana Demirspor 36 20 7 9 76 45 69 +31
5 Başakşehir FK 36 18 10 8 54 37 62 +17
6 Trabzonspor 36 17 13 6 64 54 57 +10
7 Fatih Karagümrük 36 13 11 12 75 63 51 +12
8 Konyaspor 36 12 9 15 49 41 51 +8
9 Kayserispor 36 15 16 5 55 61 47 -6
10 Kasımpaşa 36 12 17 7 45 61 43 -16
11 MKE Ankaragücü 36 12 18 6 43 53 42 -10
12 İstanbulspor 36 12 19 5 47 63 41 -16
13 Antalyaspor 36 11 17 8 46 55 41 -9
14 Sivasspor 36 11 17 8 46 54 41 -8
15 Alanyaspor 36 11 17 8 54 70 41 -16
16 Giresunspor 36 10 16 10 42 60 40 -18
17 Ümraniyespor 36 7 20 9 47 64 30 -17
18 Gaziantep FK 36 6 23 7 31 72 25 -41
19 Hatayspor 36 6 25 5 19 83 23 -64
Takım O G M B A Y P AV
1 Samsunspor 36 23 4 9 70 26 78 +44
2 Çaykur Rizespor 36 18 4 14 64 35 68 +29
3 Pendikspor 36 19 7 10 65 36 67 +29
4 Bodrumspor 36 18 10 8 55 34 62 +21
5 Sakaryaspor 36 20 14 2 59 47 62 +12
6 Eyüpspor 36 18 10 8 40 30 62 +10
7 Göztepe 36 17 9 10 45 28 60 +17
8 Manisa FK 36 15 10 11 53 47 56 +6
9 Keçiörengücü 36 16 12 8 59 47 56 +12
10 Bandırmaspor 36 15 11 10 55 58 55 -3
11 Boluspor 36 14 12 10 44 46 52 -2
12 Altay 36 11 14 11 45 45 41 0
13 Erzurumspor FK 36 11 16 9 43 48 39 -5
14 Tuzlaspor 36 11 20 5 42 52 38 -10
15 Gençlerbirliği 36 10 18 8 46 55 38 -9
16 Altınordu 36 9 19 8 41 57 35 -16
17 Adanaspor 36 6 23 7 32 76 25 -44
18 Denizlispor 36 7 24 5 35 67 23 -32
19 Yeni Malatyaspor 36 4 25 7 22 81 16 -59
Takım O G M B A Y P AV
1 Kocaelispor 38 25 4 9 73 28 84 +45
2 Bucaspor 1928 38 24 5 9 63 22 81 +41
3 İskenderunspor A.Ş. 38 23 7 8 65 31 77 +34
4 1461 Trabzon FK 38 22 8 8 62 27 74 +35
5 Van Spor FK 38 21 6 11 58 27 74 +31
6 Ankara Demirspor 38 20 7 11 65 32 71 +33
7 Karacabey Belediye Spor 38 19 8 11 55 31 68 +24
8 Fethiyespor 38 16 15 7 59 51 55 +8
9 Zonguldak Kömürspor 38 15 15 8 45 50 53 -5
10 Serik Belediyespor 38 14 13 11 54 43 50 +11
11 Kırşehir FSK 38 12 14 12 49 54 48 -5
12 Kırklarelispor 38 10 12 16 38 35 46 +3
13 Etimesgut Belediyespor 38 11 15 12 43 51 45 -8
14 Kastamonuspor 38 11 17 10 41 47 43 -6
15 Sarıyer 38 10 16 12 46 57 42 -11
16 Uşak Spor 38 8 21 9 37 64 33 -27
17 Balıkesirspor 38 6 22 10 32 76 25 -44
18 Pazarspor 38 4 23 11 29 79 23 -50
19 Adıyaman FK 37 5 24 8 22 70 23 -48
20 Diyarbekir Spor 37 2 26 9 18 79 15 -61
Takım O G M B A Y P AV
1 Yeni Mersin İY 34 19 4 11 49 21 68 +28
2 Belediye Derincespor 34 18 4 12 51 24 66 +27
3 Belediye Kütahyaspor 34 18 5 11 52 34 65 +18
4 52 Orduspor FK 34 19 8 7 54 34 64 +20
5 Nevşehir Belediyespor 34 16 8 10 52 40 58 +12
6 Karaköprü Belediyespor 34 16 10 8 44 32 56 +12
7 Karşıyaka 34 15 10 9 44 28 54 +16
8 Çatalcaspor 34 11 12 11 40 39 44 +1
9 Amasyaspor Futbol Kulübü 34 11 12 11 33 36 44 -3
10 Elazığspor 34 12 16 6 44 53 42 -9
11 1922 Konyaspor 34 11 15 8 42 47 41 -5
12 Hacettepe 1945 34 9 16 9 41 50 36 -9
13 Ağrı 1970 Spor 34 8 14 12 23 39 36 -16
14 Edirnespor 34 10 19 5 35 45 35 -10
15 1954 Kelkit Bld.Spor 34 7 13 14 25 35 35 -10
16 Yomraspor 34 7 14 13 36 42 34 -6
17 Eskişehirspor 34 6 20 8 39 69 26 -30
18 Şile Yıldızspor 34 5 18 11 29 65 26 -36
Tarih Ev Sahibi Sonuç Konuk Takım
Tarih Ev Sahibi Sonuç Konuk Takım
Tarih Ev Sahibi Sonuç Konuk Takım
Tarih Ev Sahibi Sonuç Konuk Takım
  ANKET Tüm Anketler
Web sitemize nasıl ulaştınız?
  NAMAZ VAKİTLERİ
nöbetçi eczaneler
  HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI