Bugun...
SON DAKİKA

YAŞASIN CUMHURİYET

 Tarih: 06-11-2022 19:41:00
SELMA ARTAR

 

 

Ata’mızın deyimiyle bilhassa kimsesizlerin kimsesi  olan Cumhuriyet, öyle hep anlatıldığı gibi, Atatürk'ün 28 Ekim 1923 gecesi İsmet Paşa'ya “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” demesiyle bir gecede kurulmadı.

 

Her ne kadar Erzurum Kongresi günlerinde Mazhar Müfit’in (Kansu) not defterine Mustafa Kemal Atatürk tarafından “ -Pekala yaz Müfit.

-Zaferden sonra hükümet şekli Cumhuriyet olacaktır. Bu bir.” şeklinde yazılmış olsa da Cumhuriyet fikri Atatürk’ün bir asker olarak Suriye’de bulunduğu 1906 yılından  beri hep vardı ancak 1923 yılına kadar bunu resmi olarak hiçbir yerde açıklamamıştı. 

 

Atatürk’e göre öncelikle vatanın işgalden kurtarılıp bağımsız olması gerekiyordu. Siyasi bağımsızlığa sahip olmadan, milletin ulusal egemenliğe sahip olması mümkün değildi. Padişah ve halife yanlılarının durmadan isyanlar çıkardığı bir ortamda Cumhuriyet’ten söz etmek milli harekete zarar verebilirdi.

 

20. yüzyılın en önemli sözleşmelerinden biri olan Lozan Barış Antlaşması henüz imzalanmamıştı. Yeni devletin ve halkın egemenliği Sevr’in mimarlarına yeni kabul ettirilmişti. Atatürk, en yakın arkadaşlarının bile Cumhuriyet şeklini bir türlü kavrayamamış olmalarından dolayı yalnızdı, Milli Mücadele arkadaşlarının muhalefet ve engellemeleri karşısında Cumhuriyet’in ilanı için en uygun zamanı kolluyordu.

 

Lozan Barış Antlaşması imzalanmış, Ankara başkent ilan edilmişti. Fakat Meclis’te Lozan’a ve İsmet İnönü’ye haliyle kendine karşıda, üstü kapalı ağır bir muhalefet ve tartışmalar başlamıştı. Atatürk bu durumdan çok rahatsız olmuş ve ağır eleştirilere maruz kalan Fethi Okyar hükümetinin, - Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa hariç - istifasını istedi. 

 

Atatürk’ün buradaki planı; Meclis Hükümeti Sistemi'nin zayıflığını herkese gösterecek, sonra da bu sorunu aşmak için rejim değişikliğini yani Cumhuriyet’i gündeme getirecekti. 

 

Meclis Hükümeti istifa etti. Yeni hükümet bir türlü kurulamadığı gibi bunalım daha da derinleşiyordu.

28 Ekim akşamına kadar bu bunalım devam etti yeni hükümet bir türlü kurulamadı ve işin içinden çıkamadılar. Meclisteki pek çok milletvekili sorunu çözmek için Atatürk'ün çağrılmasını ve bu duruma çözüm bulmasını istediler.

 

İşte Atatürk’ün beklediği an gelmişti.

 

28 Ekim akşamı özellikle İsmet İnönü’yü, Lozan karşıtlarına ve muhalefete karşı güçlü kılmak için Çankaya’da konuk etti. 28 Ekim akşamı İsmet İnönü, Kazım Özalp, Fethi Okyar, Ruşen Eşref Ünaydın, Fuat Bulca, Kemalettin Sami ve Halit Karsıalan Atatürk'ün akşam sofrasındaydı.Yemek sırasında Atatürk; “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” dedi ve Cumhuriyet’i nasıl ilan edeceklerini anlattı. 

Misafirleri gittikten sonra Atatürk, İsmet İnönü’nün biraz daha kalmasını istedi. Her ikiside masa başına geçti, Atatürk söyledi, İsmet İnönü yazdı. Yasa tasarısını görüştüler,1921 Anayasası'nın bazı maddelerinde Cumhuriyet yönetim şekli için gerekli değişiklikler yapıldı ve birinci maddenin sonuna “Türkiye Devleti'nin hükümet şekli cumhuriyettir” eklemesi yapıldı.

 

Ertesi gün 29 Ekim saat 13.30’da Atatürk ikinci kez kürsüye çıktığında “Arkadaşlar Meclis’te çözümlenmesinde güçlük çektiğimiz sorun “yönetim biçimindedir”, teklifim Cumhuriyet’tir dedi ve sözü İsmet İnönü’ye bıraktı. Daha sonra meclisin en yaşlı üyesi Abdurrahman Şeref Bey kürsüye geldi; “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Kime sorarsanız sorunuz bu Cumhuriyettir. Doğan çocuğun adıdır. Ama bu ad kimilerine hoş gelmezmiş varsın gelmesin” dedi

 

Bir anda Meclis hareketlendi ve “Yaşasın Cumhuriyet!”, Yaşasın Mustafa Kemal Paşa” sözleri ve alkışlarla inledi. 

 

Tasarı oy birliğiyle kabul edilmiş, saatler 20.30’u gösterdiğinde Cumhuriyet ilan edilmişti. 158 oyla Atatürk, Cumhuriyetin ilk Cumhurbaşkanı seçildi.

 

Ertesi sabah Atatürk, İsmet İnönü’ye kendi el yazısıyla şunları yazdı; 

“Sevgili Paşam!.. Cumhuriyet'in ilk Başbakanı olarak seni düşünüyorum.

Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın.

Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Baş Delegesi olarak elbette biliyorsun.

Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın.

Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim.

Bize geri, borçlu ve hastalıklı bir vatan miras kaldı.

Yoksul bir köylü devletiyiz.

Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 kilometre kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin Kuzeyini Güneyine, Batısını Doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart.

Denizciliğimiz acınacak durumda.

Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olana bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız.

Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyetle de, insanlıkla da bağdaşmaz.

Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor.

Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz.

Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.

Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136.

Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor.

Üç milyon insanımız trahomlu. 

Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. 

Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı % 60'ı geçiyor. Nüfusun % 80'i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe.

Telefon, motor, makine yok.

Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz.

Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir'in bazı semtlerinde var.

Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor.

Yunanistan'dan gelen göçmen sayısı 400 bini geçecek.

İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız çok az.

Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitim sorunu hiç çözülmemiş.

Oysa Cumhuriyet'in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz.

Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor. Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var.

Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler.

Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz.

Hedefimiz milli iktisat. Bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı.

Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı.

Cumhuriyete uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney.

Ama yılmamak, ucuz ve geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak ve bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.

Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız.

Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız.

Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız.

Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu.

Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim.

Allah yardımcımız olsun!” 

 

Cumhuriyet ilan edildikten sonra ne para, ne ulaşım, ne sanayi, ne de doğru dürüst bir tarım vardı ülkede. Üstüne Osmanlı’dan kalan borçlar ve Balkan Savaşları’ndan bu yana 10 yıldır cepheden cepheye koşup yorgun düşmüş yoksul bir ulus vardı.

 

Atatürk, Cumhuriyeti ilan eder etmez, Türk milletinin “kader planını” kendi çizmiş, Osmanlı’dan  kalan borçları ödemiş, 1923-1938 yılları arasında tekstil,şeker,uçak fabrikaları gibi onlarca fabrika kurmuş, kendi kendine yeten, üreten ve hatta ihracat yapan bir Türkiye Cumhuriyeti’ni çok kısa bir sürede yaratmıştır.

 

Cumhuriyetin 99. yılında yeni anayasa, ikinci cumhuriyet, karşı devrim tartışmasını ikide bir de gündeme getirip tartışmaya açan, padişahlık özentili, hilafet sevdalıları ne yaparsa yapsın,  Cumhuriyet’in kazanımlarını asla yok edemeyeceklerdir. 

 

Ülkemizde bağımsızlığa, ulusal birlik ve bütünlüğe, çağdaşlığa, laikliğe, akla ve bilime, özgürlüklere, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne, barışa, demokrasiye ve gençlerimize sahip çıkmak, Cumhuriyete sahip çıkmak demektir. 

 

Zira büyük Atatürk bunu da planlamış ve Cumhuriyet’i gençliğe emanet etmiştir. Cumhuriyet’i emanet ettiği gençlik hep var olacağına göre Ata’sına ve Cumhuriyet’e sahip çıkacak,

“Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.”

 

Yaşasın Cumhuriyet

 

 

 
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI