Ülkemizin cennet köşelerinden biri olan Çeşme’nin, betonlaşma ve rant uğruna yok edilmek istendiği o talihsiz projeyi hatırlıyor musunuz? İşte, Çeşme Projesi… Devasa oteller, marinalar, lüks rezidanslar ve “turizm gelişimi” adı altında doğanın üstüne bir çarpı atmayı hedefleyen bu proje, halkın ve çevre örgütlerinin mücadelesiyle iptal edildi. Bu, sadece bir karar değil; büyük bir zaferdir.
Peki, neden bu kadar tepki çekti Çeşme Projesi? Çünkü mesele sadece Çeşme’nin kıyılarını betonla doldurmak değildi. Proje, ormanlık alanlardan tarım arazilerine, deniz yaşamından yerel halkın geçim kaynaklarına kadar her şeyi tehdit ediyordu. Çeşme’yi “dünyaya tanıtacağız” dediler, ama asıl plan, dünyanın dört bir yanından gelen sermayenin doğayı yok ederek kar elde etmesiydi. O kıyılarda balıkçılar ağ atamaz, zeytinlikler meyve vermez, çocuklar o masmavi denizde özgürce yüzemez hale gelecekti.
Bu tür projelerin arkasında hep aynı hikâye var: “Kalkınma.” Ama kimin kalkınması? Halkın mı, yoksa toprakları karış karış satanların mı? Çeşme Projesi’nin iptali, halkın doğasına ve geleceğine sahip çıkmasının açık bir göstergesi oldu. Bu kararla, “kalkınma” adı altında doğanın talan edilmesine hayır denildi.
Ancak bundan sonrası da önemli. Çeşme’yi kurtardık diye rahatlayamayız. Kapitalizmin bitmeyen rant iştahı gözünü başka yerlere dikecektir. Bugün Çeşme’de kazandık; yarın Kazdağları, Munzur, Karadeniz kıyıları ya da başka bir doğa harikası hedef alınabilir. Bu zaferden çıkarılması gereken ders açık: Doğamıza sahip çıkmazsak, geleceğimizi kaybederiz.
Çeşme’nin masmavi sularına, zeytinliklerine ve mis gibi rüzgarına sahip çıkmak, sadece Çeşme halkının değil, hepimizin sorumluluğudur. Çünkü doğa, bir avuç burjuvaya değil; bu topraklarda yaşamaya hakkı olan herkese aittir.
Unutmayalım, doğa kazandıkça, insanlık da kazanır.